Galaksinin Sınırları – Starfield

Starfield; Bethesda Game Studios’un Elder Scrolls serisinden beri ilk defa orijinal bir evrende geçen, E3 2018’de ilk kez duyurulduğundan beri pek çok insanın heyecanla beklediği oyun. Kendi gemimizi yapabileceğimiz, onlarca galaksiyi ve içlerindeki sayısız gezegeni keşfe çıkabileceğimiz, istediğimiz şekilde bir karakteri oynayarak kendi hikayemizi oluşturabileceğimiz vaatleriyle beklentiyi tavana çıkaran Starfield, o kadar heyecana rağmen beklentimi fazla yükseltmemeye çalıştığım bir oyundu. Oyun, deluxe sürümü alanlar için 1 Eylül tarihinde oynanabilir hale geldi ve çıkış gününe kadar 20 saat kadar oynanışın ardından şu soruya açıklık getirmeye geldim: Starfield herkesin yücelttiği kadar iyi bir oyun mu?

**NOT: Bu yazıyı yazarken, 20 saatlik oynayışımda ana hikayede yalnızca iki görev tamamladığım için bu incelemede ana görevlerin yapısı ile hikayelerden fazla bahsetmeyeceğim.**

Yirmi Dördüncü Yüzyıla Hoş Geldiniz

Starfield, bizi insanlığın uzayı bükebilmesini sağlayan Grav Drive teknolojisini icat ettiği, dünyanın yaşanılamaz bir hal alması nedeniyle kozmosta başka galaksilere yayıldığı ve kolonileştiği 2300 yılına sokuyor. Settled Systems adı verilen yıldız kümeleri topluluğu, United Colonies ve Freestar Collective adı verilen iki hükümet tarafından yönetilmekte. Oyuna ilk başladığımızda, bir madencilik şirketinde işe girmiş, isimsiz ve suretsiz bir madenci olarak başlıyoruz. İlk madencilik işimizde garip ve dokunduğumuzda bize uzaydan imgeler gösteren bir metal bulmamızla beraber oyunun hikayesi başlıyor.

Tam Anlamıyla Özgürlük

Kısa bir giriş görevinden sonra, oyunun karakter yaratma ekranına giriyoruz. Karakter yaratma ekranını şahsen gayet yeterli buldum. Fallout 4’teki gibi karakterimizin her bir detayını belli bir ön ayara göre seçebilir, sonra da o şekil üzerinde daha ince ayar yaparak karakterimizin her noktasını istediğimiz gibi değiştirebiliyoruz. Burada asıl öne çıkan kısım, karakterimizin geçmişini ve oyuna başlayacağı özellikleri seçtiğimiz alan. Ödül avcısı, şef, gezgin, asker gibi pek çok seçenek var ve oyun boyunca seçtiğimiz geçmişe göre açılabilen diyalog seçenekleri mevcut. Seçtiğimiz geçmiş, aynı zamanda başlangıçta ediğindiğimiz yetenekleri de belirliyor. Ödül avcısı bir karakter jetpack kullanımında daha deneyimliyken, gezgin bir karakter gemi sürme ve navigasyon alanında önde başlıyor. Oyun içindeki istatistiklerimizi farklı şekilde etkileyen, hatta oyun içinde sadece onları seçtiğimizde açılan yerler olan, üç tane perk seçtikten sonra isim ve tercih ettiğimiz hitabet şeklini seçerek karakter yaratma ekranını noktalıyoruz. Kendi hikayemizi oluşturmanın bu kadar büyük bir pazarlama noktası olan bir oyun için gayet tatmin edici sayıda seçenekler mevcut. Oyunun tutorial kısmını bitirip ilk gemimiz ile ilk yol arkadaşımızı aldıktan, ve Jemison gezegenindeki New Atlantis şehrine inip Constellation kuruluşuyla tanıştıktan sonra asıl oyun başlıyor. Bu noktadan sonra oyunda istediğimiz noktaya gitmekte, istediğimiz gezegeni keşfetmekte ve istediğimiz görevi yapmakta özgürüz.

Bethesda’nın daha önceki oyunlarında da vaat edilen bu özgürlüğü, kendi adıma Starfield öncesinde hiç bu kadar yoğun bir şekilde hissetmemiştim. Özellikle Fallout 4, oynanış tarzı açısından yeterli özgürlüğe sahip olsa da hikaye açısından sadece tek doğru bir yol varmış gibi hissettiriyordu. Oyundaki en büyük değişikliklerden biri nükleer savaş öncesi hayatta kalan bir karakteri oynamamız olsa da, özellikle karakterin belli bir sesinin olması ve savaştan öncesinde kısmen belirli bir hayat hikayemizin olması beni o ilüzyondan koparıyordu. Kendimi oynuyor gibi değil de Sole Survivor karakterini oynuyormuşum gibi hissediyordum. Starfield’da bu sorun mevcut değil. Yine isimsiz ve sessiz bir ana karakteri oynuyoruz, oyundan önceki ve oyundaki hikayesini yazmak tamamen bize bırakılmış bir özellik. Ayrıca diyalog ekranında “Evet – Hayır – Alaycı” gibi yüzeysel seçenekler yerine tekrardan karakterimizin söyleyeceği cümlenin tamamını görmek çok hoşuma gitti.

Oynanış

Bu oyunun diğer Bethesda oyunlarından en çok öne çıkan farkı benim için Persuasion mekaniği oldu. Diğer Bethesda oyunlarında karşımızdaki karakteri ikna etmemiz tamamen karakterimizin ilgili yeteneğindeki puanına bağlıyken Starfield’da bu durum söz konusu değil. Bir karakteri bir şeye ikna etmek istediğimiz zaman bir diyalog menüsü açılıyor ve o an kullanabileceğimiz diyaloglar önümüze geliyor. Konuştuğumuz kişiye bağlı olarak güven verici, tehditkar ya da daha mantıksal yaklaşan diyaloglar seçiyoruz ve seçtiğimiz diyaloglara göre karakter ya ikna oluyor ya da sunduğumuz seçimi reddediyor. Yetenek puanlarını ilgili alanlara yatırmak ikna etme sürecini elbette kolaylaştırıyor, ancak birini ikna etmenin sadece bir yetenek puanına bağlı olmaması ve söylediğimiz lafları da dikkatli bir şekilde seçmemizin gerekmesi çok hoş bir detay.

Oynanışın yaya tarafında diğer Bethesda oyunlarında alışık olmadığımız bir şey yok. Bu oyunda kullandıkları Creation Engine 2, yıllardır kullandıkları motorun daha cilalanmış bir versiyonu olduğu için fazla bir yenilik beklememek lazım. Üs inşa etme, silah kullanımı, hareket kabiliyetlerimiz, hepsi Fallout 4 hatta Skyrim’de ne gördüysek aynısı. Oynanışta asıl konuşulması gereken nokta; gemi kullanımı ve gezegen keşfi.

Yıldızlararası

Öncelikle; Bethesda inemeyeceğiniz gezegen yok derken şaka yapmıyormuş. Jüpiter, Satürn gibi gaz devi gezegenler haricinde inebileceğiniz kütlesi olan her gezegene iniş yapabiliyor, üs inşa edip keşfe çıkabiliyorsunuz. Onlarca yıldız sisteminin içindeki yüzlerce gezegenin hepsinin ince detaylarla tasarlanmasını bekleyemeyiz tabii ki. Hab görevi gören, hikayede yeri olan ya da içinde keşfedebileceğimiz şehirler olan gezegenlere ve içlerindeki yapılara daha çok emek gitmişken bazı gezegenlerin uyduları ya da çorakta kalan gezegenlerde tekrar eden biyomlarla karşılaşabiliyorsunuz. Çoğu gezegenin içinde kendi ekosistemleri, keşfe çıkarsanız ilginç hikayelerle ya da daha da dallanan yan görevlerle karşılaşabileceğiniz terk edilmiş ya da korsanların eline düşmüş yapılar mevcut. Haliyle bu durum gezegenleri keşfe çıkmayı daha ilginç kılıyor. Daha boş gezegenlerde genelde üs kurmak dışında fazla zaman geçirmediğim için tekrarlayan biyom mevzusu benim çok rahatsız olduğum bir şey değildi, ama bir noktadan sonra elbet tekdüzeye bağlıyor.

Oyunun uzay kısmıysa beni daha çok hayal kırıklığına uğratan kısım oldu. Yıldız sistemleri arasında, haritadan rota çizip Grav Jump yaparak seyahat ediyorsunuz. Evrenin kendi kurallarına uyan ve birinci şahıs bakış açısındaysanız karakterin kokpitte koordinatları girip Grav Drive’ı açmasını hoş bir animasyonla izlediğiniz bu sistemle bir sıkıntım yok. Ancak aynı yıldız sisteminin içindeyken başka bir gezegene gitmek istiyorsanız da haritadan rota ayarlayarak yapmanız gerekiyor, ve geminizin rotaya uçtuğu bir animasyondan sonra kendinizi o gezegenin koordinatlarında buluyorsunuz. Ben açık dünya oyunlarında arkaya müzik açıp amaçsızca araç kullanmayı çok seven biriyim; bu yüzden Starfield’da uzay gemimi kullanabileceğim bir açık uzay olmaması beni çok üzdü. Uzay yolculuğu sadece haritadaki bir noktadan diğer noktaya atlamaktan ibaretmiş gibi hissettiriyor, uzay kamyoncusu gibi saatlerce direksiyon sallayıp arkadaki müzikle kendini atmosferde kaybetmek isteyenler için kötü bir haber.

İşin içine diğer gemiler girdiği zaman oynanış biraz daha açılıyor. Karşınızdaki gemi size saldırmaya niyetli değilse radyo isteği gönderebiliyor, geminin kaptanıyla muhabbet edebiliyor, eğer isterseniz elindeki tüm kargoyu vermesi için tehdit edebiliyorsunuz. İşler it dalaşına geldiğinde geminizin bakmanız gereken dört ana sistemi var: Motorlar, kalkanlar, silahlar ve Grav Drive. Geminizin ileride arttırabileceğiniz belirli bir sayıda enerjisi var, ve bu sistemler arasında enerji dağılımı yapmak zorundasınız. Mesela bir savaştayken Grav Drive’a vereceğiniz gücü silahlarınıza ya da kalkanlarınıza yönlendirmek daha sağlıklı bir hareket olacaktır. Eğer ilgili yeteneği açtıysanız düşman gemisine kilitlenip belirli yerlerine hasar verebilir, motorlarına kritik hasar vererek kaçmalarını ya da silah sistemlerini patlatarak size karşı saldırıya geçmelerinin önüne geçebilirsiniz; ancak aynı durum sizin de başınıza gelebilir. Kalkanlarınızın gördüğü hasara göre maksimum kalkan seviyeniz, motorlarınızın aldığı hasara göre hareket kabiliyetiniz çok ciddi hasar görebilir. Savaş esnasında tüm bunları da hesaba katmak zorunda olmak çok özgün bir deneyim, ve gemi savaşlarına ayrı bir boyut katıyor.

Evren ve Kapanış

Oyunun hikayesine hiç girişmediğim için bu uzunca yazıda hikayeden bir kelime bahsetmedim, ama hikaye yerine neler yaptığımdan bahsetmek istiyorum: Yüklüce borç para çekip kaçan insanları bir banka adına avladım, gemimde kaçak malla yakalandıktan sonra hapis cezasından kurtulmak için bir korsan çetesine gizli ajan olarak sızmayı kabul ettim, uzayda yağmacı ve korsanları avlayan bir kanunsuzun sığınağını buldum, ödül avcıları tarafından kovalandım, ışıktan hızlı seyahat ettiği için 200 yıl önce yola çıkıp günümüze ulaşan eski bir insan koloni gemisine yardım ettim. Starfield gerçekten ağzına kadar dolu bir evren oluşturmuş, her köşesinde dallanıp budaklanan görevler çıkıyor ve bazı yan görevler ayrı bir oyunun ana hikayesini doldurabilecek seviyede. Bir noktada sıkılıp ana görevlere de göz atacağım elbet, ama oyun kendinizi kaybedebileceğiniz, ve istediğinizi yapmakta gerçekten özgür olduğunuz bir dünya oluşturmayı çok güzel başarmış.

Gelgelelim yazının başında sorduğumuz soruya; Starfield oluşturduğu tüm beklentiyi karşılıyor mu? Bana sorarsanız karşılamıyor derim, ama bu oyun kötü demek değil. Kendinizi saatlerce kaybedebileceğiniz, oynarken kesinlikle eğleneceğiniz çok sağlam bir oyun ama daha önce görmediğimiz ya da herhangi bir alanda çığır açan bir oyun değil. Sadece daha önce gördüklerimizin çok iyi yapılmış bir hali; ki bu övgüyü hak eden bir durum olsa da oyunun oluşturduğu beklentiden sonra istenen sonuç olduğunu düşünmüyorum.

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir