Eski Bir Dostla Yeni Bir Macera – Obi-Wan Kenobi İncelemesi

Obi-Wan Kenobi’nin Tatooine’de geçirdiği sürgün süreci, ben dahil pek çok Star Wars hayranının görmek istediği bir öyküydü. Her ne kadar Obi-Wan Kenobi: Efsanevi Yaşam Öyküsü gibi kitaplarda buna değinilse de Disney markayı satın aldıktan sonra o kitap canon sayılmadığı için elimizde henüz o dönem neler yaşandığına dair kesin bir bilgi yoktu. Bahsettiğim kitabı çok beğenmiş ve Star Wars’un prequel üçlemesiyle büyümüş biri olarak Ewan McGregor‘ın isimsiz bir projede Obi-Wan rolüne geri döneceğini ve bu projenin o sürgün dönemini anlatacağını duyunca tarif edilemez bir heyecan yaşamıştım. O kadar ki Star Wars’tan tamamen soğuduğum bir dönemde bile arkadaşlarıma “Ben artık Kenobi dışında bir şeye bakmam bu saatten sonra.” diyordum. Zaman geçti, ben bir şekilde Star Wars’a olan heyecanımı yeniden kazandım ve Kenobi dizisi çıktı. Peki bendeki bu kadar beklentiyi karşılayabildi mi? İşte bu yazıda bunu konuşacağız sevgili okurlar.

Yeni Bir Umut

Dizi, Revenge Of The Sith filminden on sene sonra geçiyor. İmparatorluk’un Jedi avı devam etse de Jedi’ların soyu neredeyse tükenmiş, adeta kalan son kırıntılar avlanıyor. Obi-Wan Kenobi kendini Tatooine’de sürgüne çekmiş, eskiden olduğu adamdan çok uzakta. Sevdiğimiz o karizmatik, hazırcevap, efsanevi Jedi ustası Obi-Wan’dan geriye kırılmış, inancını kaybetmiş, bir mağarada yalnız başına yaşayan yaşlı bir adam kalmış. Dizinin özellikle ilk bölümü, Obi-Wan’ın ne kadar çöktüğüne, sürgün hayatına odaklanıyor ve ben buna bayıldım. Anakin’in ihaneti ve bildiği, inandığı her şeyin yıkılmasının üzerinde bıraktığı etkiyi görmek; Bail Organa ondan yardım isteyince tüm bunlara rağmen son bir maceraya (en azından A New Hope’a kadar) çıkmasını izlemek benim tam aradığım kandı.

Öncelikle diziyi asıl hikayesini çok iyi sakladığı için takdir etmek istiyorum. Ben dahil herkes ilk fragmanlara dayanarak Luke Skywalker’ı korumaya odaklı bir hikaye beklerken dizi birden Obi-Wan’ın kaçırılan Leia Organa’yı bulup evine götürmesiyle ilgili oluyor. Şahsen hoşuma giden bir ters köşe oldu bu, Obi-Wan ve Leia’nın etkileşimlerinde çok eğlendim. Ayrıca her ne kadar orijinal üçlemede odağın çoğu Luke’ta olsa da Leia da Seçilmiş Olan’ın çocuğu olduğu için onun da evrenin kaderi için Luke ile eşit derecede önem taşıdığına vurgu yapması çok güzel bir detaydı. Her şeye inancını yitirmiş ve on sene boyunca en iyi arkadaşını öldürdüğünü düşünen Obi-Wan’ın yeniden hayata atılmasındaki ilk adımın en iyi arkadaşının çocuğunu kurtarmak, kafasında bir nevi yaptığı hatayı telafi etmek olmasını da çok sevdim. Ewan McGregor’ı ne kadar övsek az olur, kendisi bu çökmüş Obi-Wan’ı çok güzel yansıtmış. Alec Guinness’in 1977’deki Ben Kenobi’si ile kendisinin zamanında izlediğimiz Obi-Wan tasvirini çok güzel harmanlayarak müthiş bir performans ortaya koymuş.

Dizi Obi-Wan’ın karakterine inmesini istediğim derecede derin inmese de Obi-Wan gerçekten güzel yazılmış ve karakterin tam bu döneminde işlenmesini beklediğim konular işlenmiş. Jedi düzeninin çökmesinin ve ‘Anakin’i öldürmenin’ Obi-Wan’ı ne kadar etkilediğini dizi boyunca görüyoruz. Anakin’in yaşadığını öğrenince girdiği şok, Mustafar’da olanlar hakkında kabusları, Force’a olan inancını ve bağını tamamen yitirmesi, Vader ile ilk yüz yüze geldiğinde yaşadığı o korku ve suçlulukla karışık hisler… Ewan McGregor’ı gerçekten ne kadar övsem az çünkü bu anların hepsini seyirciye yaşatabilmiş. Özellikle üçüncü bölümde Darth Vader ile ilk kez yüz yüze geldiğinde Clone Wars dönemlerindeki o ünlü generalden ne kadar uzaklaştığını çok net görüyoruz. On senedir eline ışın kılıcı almamış, Force’tan tamamen kopuk bir şekilde kendince en büyük başarısızlığının vücut bulmuş haline kafa tutması ardından çok fena bir şekilde kaybetmesi çok güzel bir şeydi. Dizinin finalinde kendine ve Force’a olan inancı geri geldikten sonra yaptıkları “asıl rövanşı” benim için daha vurucu kıldı. İlk başta Darth Vader ile çok hızlı yüzleştiler diye şikayet etsem de üçüncü bölümdeki bu ilk yüzleşme olmadan sadece son çarpışmalarını izlesem daha az tatmin olurdum diye düşünüyorum.

Yan karakterlerden parlayan isim kesinlikle Vivien Lyra Blair’ın canlandırdığı Leia Organa olmuş. Bu dizideki Leia, A New Hope’ta izlediğimiz Leia’yla neredeyse aynı kişilikteyken çocukluğun masumiyetini ve saflığını da hala taşıyan biri. Bu dizide hazırcevap, haylaz Leia’yı izlerken gözümde adeta Death Star’da Moff Tarkin ve Darth Vader’a iğneli iğneli konuşan Leia canlandı. Leia Organa karakterini çok iyi bir şekilde tasvir etmişler. Ayrıca Obi-Wan ile olan ilişkilerine, ikisinin de gerçek ailelerini hatırlamamaları ve doğdukları değil; buldukları aileler tarafından büyütülmeleri üzerinden bağ kurmalarına bayıldım. Ayrıca hayatları pahasına kaçarken bile Obi-Wan’ın Leia’ya beğendiği eldivenleri alması dizide en sevdiğim sahne olabilir. Spot ışığında olan diğer karakter ise Moses Ingram’ın canlandırdığı Reva Sevander, nam-ı değer Third Sister. Kendisini ilk gördüğümüzde diğer Inquisitorlar tarafından devamlı hor görülen, Obi-Wan’ı bizzat bulup Vader’a teslim ederek Vader’ın gözüne girmeyle kafayı bozmuş biri. Açıkçası ben kendisine ilk başta çok sinir oluyordum. Kendisine hak ettiği şeylerin verilmemesi ve sürekli başına buyruk, öfkesine yenik düşerek hareket etmesiyle Anakin Skywalker’a çizilen paraleli anlasam da karakter ilk başlarda bana itici gelmişti ancak dizi ilerledikçe ve karakteri hakkında daha çok şey öğrendikçe kendisine epey ısındım. Reva aslında dizinin başındaki Order 66 sahnesinde kaçan younglingler’den biri ve Vader’ın yanına Inquisitor olarak girmesinin tek sebebi ona yeterince yaklaştığında onu öldürmek istemesi. Vader onu mağlup ettikten sonra intikam almak için Luke’un peşine düşmesi, sonra onu tam öldürecekken Vader’ın aynısını ona da yaptığını fark edip durmasıyla beraber de kendisine gelecek spin-off dizisinin zemini hazırlanıyor. Kendisine dizisi için heyecan yapacak kadar fazla ısınamadım belki dizisinde karakteri daha çok severim. Kumail Nanjiani’in canlandırdığı Haja Estree karakterini toplam on dakika civarı görsek de kendisini izlerken çok eğlendim, umarım Kumail’i ve Haja’yı Star Wars evreninde son görüşümüz bu olmaz.

İşlerin Karanlık Tarafı

Bu diziyle ilgili en büyük sorunum kesinlikle temposu. Hikayesi maalesef Disney’in her dizisini altı bölüm yapma takıntısından etkilenmiş, bana her şey gereğinden hızlı hareket ediyor gibi geldi. Vader’la karşılaşmaları üçüncü bölümde yani dizinin orta noktasında yaşansa da dizinin ilk iki bölümle çıkması ve üçüncü bölümle aralarında sadece dört gün olması nedeniyle diziye başlar başlamaz Vader kartı kullanılmış gibi hissettim. Dizinin ilk başta film üçlemesi, sonra sekiz bölümlük bir dizi olarak planlandığını, sonradan altı bölüme düşürüldüğünü biliyoruz. Tempoda hissettiğim bu düzensizlik, diziden çok Disney’in genel sorunu bence çünkü altı bölüm gerçekten bu tarz hikayeler için yeterli bir zaman aralığı değil. Aynı tempo sıkıntısını Falcon And The Winter Soldier’da ve Moon Knight’ta da hissetmiştim, zamanları kısıtlı olduğu için bir noktada hikayenin depara koşması gerekiyor. Sadece iki bölüm daha ekleyip Obi-Wan’ın inancını yeniden kazanmasına, Anakin’e olanları kabullenmesine biraz daha odaklanılsa bu sorun çok kolay çözülürdü diye düşünüyorum. Hayden Christensen sete hazır geri dönmüşken daha çok Anakin ve Obi-Wan flashback’i olmasını, Anakin ve Obi-Wan arasındaki bağı daha fazla izlerken yine beşinci bölümdeki gibi sembolik olarak da olsa bir şekilde günümüzdeki olaylara bağlanan flashback sahneleri görmek isterdim ama en azından dizide bu tarz sahnelere sahip olduğumuz için mutluyum.

Diziyle ilgili bir diğer sorunlar kameralar ve ışın kılıçlarında. Bu dizide ışın kılıçları normalde olduklarından daha hantal geliyor, dövüş koreografileri fena olmasa da karakterler plazmadan yapılmış bir kılıç değil de sopa kullanıyor gibi hissettiriyor. Bunda kılıcın kimseyi kesmediğini görmemizin de bir etkisi olabilir ama prequel üçlemesindeki gibi o hızlı kılıç kullanımını gözüm çok aradı burada. Kamera ise dizinin büyük bir kısmında fena olmasa da özellikle ışın kılıcı düellolarında çok sapıtıyor. Kamera sürekli hareket ediyor, sallanıyor. Arada bir duvar kağıdı yapmalık ya da kağıt üstünde ilginç duran sahneler gelse de Empire Strikes Back’teki Bespin düellosundan çok uzak.

Son olarak…

Toparlamadan önce çok kısa bir paragraf açarak müziklerden bahsetmek istiyorum. Besteci Natalie Holt, John Williams’ın bestelediği ve benim şahsen çok beğendiğim Obi-Wan tema müziğini kendi besteleriyle çok güzel harmanlıyor. Özellikle üçüncü ve altıncı bölümlerdeki Obi-Wan – Vader düellolarında çalan müziklere bayıldım. Williams’ın eski müziklerine fazla bel bağlayıp nostaljiye oynamamalarını sevsem de (The Rise Of Skywalker bu hataya düşmüştü.) bazı yerlerde kulaklarım o klasik Star Wars bestelerini aramadı değil. Obi-Wan’ın on sene sonra ilk kez Force’u kullandığı yerde bir iki nota Force theme duymak fena olmazdı. Buna rağmen Natalie Holt ve William Ross, hiç yabancılık çektirmeyen ve o Star Wars havasını veren bir albüm oluşturmuşlar.

Sonuç olarak; Obi-Wan dizisini beğendim. Güzel oyunculuklara, iyi bir hikayeye sahip ve evren içerisindeki boşlukları güzel bir şekilde dolduruyor. Ama bir film üçlemesi olarak planlanan bir senaryoyu altı bölümlük bir diziye sıkıştırmaya çalıştıkları biraz fazla belli ve görmeyi beklediğim çoğu kısmın üzerinden üstünkörü geçilmesi beni hayal kırıklığına uğrattı. İlk iki bölümünde tutturduğu o karakter odağı ve aksiyon arasındaki dengeyi asla tam yakaladığını hissedemedim. İzlemeyi beklediğim Obi-Wan Kenobi dizisi kesinlikle bu değildi, tam aradığımı bulamasam da memnun bir şekilde ayrıldım bu diziden. Star Wars, özellikle prequel dönemini seviyorsanız kaçırmayın.

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir