Böylesine Hasret Kalmışız – Black Adam İnceleme

Black Adam, ilk duyurulduğundan beri fazla heyecan beslemediğim bir filmdi. Başında daha önce çizgi roman filmleriyle fazla haşır neşir olmamış ve genelde dümdüz aksiyon filmlerinden tanıdığımız The Rock’ın olması, her fragmanın Sony’nin yaptığı sözde ‘antihero’ filmleri gibi ana karakterin “Ben kahraman filan değilim; asarım, keserim.” şeklinde takılıp filmin sonunda dünyayı kurtararak “E iyi bari kahraman olayım.” tarzı bir film havası vermesi gibi unsurlarla beraber, film çıkana kadar Justice Society of America‘yı (JSA) ilk defa beyaz perdede görecek olmamız dışında bu filmin beni fazla heyecanlandıran bir yanı yoktu. Filmi çıktıktan bir gün sonra, sadece eğlenmeyi bekleyerek izledim ve dibine kadar eğlenmekle beraber en sevdiği çizgi roman filmlerine yeni bir film eklemiş olarak ayrıldım.

Film, senelerdir işgal altında yaşayan Kahndaq’ın artık mitleşmiş şampiyonu olan Teth-Adam’ın beş bin sene sonra uyanmasıyla beraber, Amerikan hükümetinin kendisini zaptetmek amacıyla JSA’yi yollamasını konu alıyor. Filmin senaryosu yüzeyinde inanılmaz derecede basit. Film bir olay örgüsünü takip etmekten ziyade “Beş bin sene uyuyan bir yarı tanrıyı birden günümüze düşürürsek ne olur?” sorusuyla daha durumsal bir senaryo yapısını seçmiş. Bu herkese çok hitap edecek bir seçim olmayabilir ama ben şahsen çok zevk aldım. Yine bu yıl çıkan ve özünde oldukça basit bir senaryoya sahip olan Multiverse of Madness örneğinden gidecek olursak Black Adam bu filmin aksine kendisini olduğundan fazlasıymış gibi pazarlamadığı için senaryonun basitliği asla batmıyor, hatta ben senaryoyu beklemediğim kadar üzerinde çalışılmış buldum. Ben sadece “The Rock insanlara elektrik atacak.” tarzı bir film beklediğim için filmin duygusal kısımları özellikle daha çok vurucu oldu. Maalesef ki yine Multiverse of Madness gibi bu film de ilginç konulara değinip devamını fazla getirmeme sorununa sahip. Kahndaq’ın yirmi yedi sene boyunca işgal altında kalırken sadece şimdi kendilerine bir tehdit olarak Black Adam ortaya çıktığında büyük ülkelerin devreye girmesi hem gerçek dünya politikalarına gönderme olarak hem de hatırladığım kadarıyla günümüzde bir çizgi roman filminde görmediğimiz bir hikaye olarak çok iyi işlenmişti ama filmin ilk yarısından sonra bunun devamı getirilmemiş gibi hissettim. Filmin tamamına yedirilmesini yeğelerdim bu hikayenin.

Ana karakterimiz Teth-Adam, beklemediğim kadar duygusal bir karakter olarak karşıma çıktı. Her fragmanda sadece insanları dövüp araba patlatmasını gördükçe kendisinin The Rock’ın klasik “Süper, güçlü, inanılmaz, kel adam.” kalıbında bir karakter olacağını beklemiştim, ama durum kesinlikle öyle değil. Adam bu film boyunca duygusuz evet, ama kendisinin gözünden bakarsak Adam her şeyini kaybetmiş biri. Kendisine göre birkaç saat içinde oğlunu ve ailesini kaybetmiş, kendisini birden bildiği her şeyin yok olduğu bir dünyada bulan biri. The Rock bazı yerlerde sadece sesini sinirli yapan The Rock hissi verse de Adam’ın duygusuzluğunu, kederini ve ailesine duyduğu özlemi çok güzel yansıtmış. Karakterin Sony’nin her filminde “BU FİLMDE İYİ VE KÖTÜ ARASINDAKİ ÇİZGİ BELİRSİZLEŞECEK.” diyip filmin sonunda dünyayı kurtaran karakterlerden ziyade gerçekten bir kahraman olmayan, kendi ideallerini takip eden bir anti-hero izlemiş olmak ferah bir deneyimdi.

Yan karakterler açısından film yine çoğunlukla iyi. Sarah Shahi ve Bodhi Sabongui‘nin canlandırdığı Adrianna ve Amon çok fena değillerd. Mohammed Amer‘in canlandırdığı Karim karakteriyse beni çok eğlendirdi. Ama tabii ki bu filmde asıl öne çıkan yan karakterler JSA oldu(Boy gösterdikleri bir sonraki filmde Alan Scott ya da Jay Garrick’i de görmek dileğiyle). Aldis Hodge‘un canlandırdığı Carter Hall, nam-ı değer Hawkman’e ekrana ilk çıktığı andan itibaren aşık oldum. O ve Pierce Brosnan’ın canlandırdığı Doctor Fate açık ara filmin öne çıkan isimleriydi benim için. Fate ile her sahnelerinde bu işi uzun zamandır yaptıklarını, birbirlerini uzun zamandır tanıyan ve birbirlerine değer veren iki eski arkadaş olduklarını hissettim. Daha yeni nesil kahramanlardan Quintessa Swindell’in canlandırdığı Cyclone’u çok beğendim, ama diğer karakterlere kıyasla kendisi bu filmde daha geri planda gibiydi. Noah Centineo’nun Atom Smasher‘ından ziyade kendisini daha çok görmek isterdim. Atom Smasher özellikle ikinci yarıda fena bir karakter olmasa da ilk yarıda “Pardon ya ben bu şeyi kırdım, ay bu uçak da çok yüksekmiş.” tarzı yazılan deneyimsiz ve genç kahraman tiplemesine girdiği için için kendisine çok kıl oldum. Noah kendisine verilen materyalle fena bir performans sergilememiş, ama ben şahsen artık bu tarz karakterlerden bıkmaya başladım.

Filme teknik açıdan bakacak olursak özellikle Marvel’ın son birkaç seneki görsel efekt fiyaskolarından sonra gerçekten bir film gibi gözüken bir film görmek beni çok mutlu etti. Filmdeki görsel efektler gayet yerinde, son beş dakikada spoiler olacağından söyleyemeyeceğim bir yerde biraz sırıtsalar da her şey ve herkes mükemmel görünüyor. Doctor Fate’in her sahnesini ağzım açık izledim. Filmin görselliği konusuda değinmek istediğim başka bir konu ise kostüm tasarımları. Bu film sonunda çizgi roman karakterlerini ekrana yansıtmanın formülünü çözmüş. Her kostümde onları gerçekçi kılacak detaylar var ama asla ‘aşırı tasarlanmış’ seviyesine gelecek kadar değil. Kostümlerin materyaline göre kumaş benzeri dokular eklenmiş, bazı yerlerde ek çizgiler ve dikiş yerleri var ama bunların dışında tamamen çizgi romanlarda gördüğümüz kostümlerin birebir aynısı. Doctor Fate ve Atom Smasher’ın kostümleri bu konuda bariz öne çıkan kostümler, karakterler doğrudan çizgi roman sayfalarından fırlamış gibilerdi.

Filmin maalesef birkaç sıkıntıları yok değil. Bazı repliklerin üzerinden bir kez daha geçilebilir gibi hissettim. Filmin yazarlığı genel olarak sağlam olsa da bazı yerlerde göz devirtici replikler maalesef ki mevcut. Son olarak filmin temposu bazılarına çok hızlı gelebilir. Bazı yerlerde film gerektiği kadar nefes almıyor eleştirisi gördüm, bu katılmadığım ama anlayabildiğim bir eleştiri. Ben şahsen filmin temposundan Adam’ın karakter gelişiminin biraz geç başlaması dışında gayet memnun kaldım. Hiçbir şey fazla aceleye getirilmiş ya da fazla uzatılmış hissettirmedi.

Kısaca, Black Adam özünde çok eğlenceli bir film. The Rock ve bu filmde emeği geçen herkesin bu filmi tutkuyla yaptığı her saniyesinde hissediliyor. Bir yandan “Kahramanlar öldürmeli mi?” ve “Kahramanlar herkesi kurtarmaya çalışmalı mı?” sorularını ele alırken keder ve layıklık hakkında da bir hikaye anlatıyor ve hepsini inanılmaz eğlenceli bir filmde yapmayı başarıyor. Lorne Balfe‘ın inanılmaz müzikleriyle birlikte film sizi daha logolar ekrana gelirken

kendine sarıyor ve bitene kadar da asla kendisinden koparmıyor. Her şeyin her şeye bağlı olduğu ve bir filmi tam anlamak için iki dizi ve üç film izlememiz gerektiği çizgi roman filmleri medyasında ön bilgi olmadan da rahatça izlenebilen, sonrasında “Eee, bunu sonraki filmde mi yapacaklar?” ya da “Şimdi bu buraya nasıl bağlanacak?” sorularını sormayıp günün sonunda sadece eğlendiğimiz çizgi roman filmlerine hasret kalmıştık. Güzel, fazla derin olmasa da bir hikaye anlatan ve eğlenceli bir film arıyorsanız kaçırmamanız lazım.

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir