İlk oyunuyla kalbimde kocaman yer edinen, ikinci oyunuyla çıktığı sene oyuncuları kasıp kavuran seri: The Last of Us. HBO’nun işe el atmasıyla beraber sonunda oyunun dizisine de kavuşuyoruz. 15 Ocak’ta çıkacak dizi ülkemizde Blutv tarafından 16 Ocak’ta yayınlanacak. Ben de tüm bu dizi süreci öncesi ufak bir nostalji olsun diye birkaç sene önce oyun için yazdığım yazıyı tekrardan düzenledim. Oyunların hem spoiler içeren hem de spoiler içermeyen incelemeleri bulunuyor.
İlk Oyunun Çıkış Süreci:
The Last of Us, Naughty Dog tarafından geliştirilen, aksiyon-macera ve hayatta kalma türünde, post apokaliptik dönemde geçen bir oyun olarak ilk kez 2011 yılında Times meydanındaki bir reklam panosunda ‘gözlerinize inanamayacağınız oyun’ olarak duyurulmuş.
Oyunun fikir olarak çıkışı ise 2009 yılında Uncharted 2 dönemlerine dayanıyor. O zamanlar oyunu geliştiren ekibin içerisinde olan Neil Druckmann ve Bruce Straley Uncharted 2’yi bitirmek için gece geç saatlere kadar çalışıyorlarmış. Yine çalıştıkları bir gün verdikleri bir yemek arasında oyunların gidişatından konuşurken Neil bir fikirden bahsediyor. Nathan Drake, dilsiz kızla beraber talan olmuş bir şehri araştıracaktı, dilsiz kız da Nathan’a şehirde rehberlik edip yardımcı olacaktı. Aralarında sözlü bir iletişim olmasa da aralarında kurulan o güçlü bağı hissedecektik. O zamanlar bu fikir Uncharted için düşünülen bir fikir olsa da aslında The Last Of Us’ın ilk adımlarından biriydi.
-Bu kısımdan sonrası ilk oyun hakkında spoiler içermektedir.-
İlk Oyunun Özeti:
Oyun boyunca kontrol ettiğimiz karakter olan Joel, kızı Sarah ile birlikte Teksas’ta yaşayan bir babadır. Doğum gününün ilk saatlerinde cordyceps cinsi mantarın neden olduğu ve bulaştığı zaman insanların bilinçlerini kaybetmelerine neden olan ve onları birer yaratığa çeviren bir hastalık yayılmaya başlar. Joel, kardeşi Tommy ve kızı Sarah ile birlikte diğer tüm insanlar gibi kaçmaya çalışırken kızının bir asker tarafından vurulması sonucunda kızını kaybeder.
Oyunun devamı bu olaydan 20 yıl sonrasına dayanıyor. Salgın medeniyeti bitirmiş, insanlar gruplara ayrılmış, dünya nüfusu oldukça azalmıştı. Ana karakterimiz olan Joel, bu dönemde arkadaşı Tess ile beraber kaçakçılık yapmaktaydı. İkili oyunun ilerleyen dakikalarında silahları karşılığında Ellie isimli bir kızı karantina bölgesinden çıkartmak için bir yolculuğa çıkarlar, bu yolculuk sırasında Ellie’nin bağışıklığı olduğunu öğrenirler ve işler değişir.
Oyunun ilerleyen dakikaların da Tess’in ölümüne şahit oluruz ve bundan sonra yolculuğa Ellie ve Joel beraber devam eder. Ana planda Ellie’yi tedavinin bulunabilmesi için Ateşböceklerine teslim etmek vardır ve oraya gidene kadar Joel ve Ellie’nin yaşadığı birçok zorluğa tanık oluruz. Başta birbirini sevmeyen, beraber yolculuk etmek istemeyen bu ikilinin arası oyun ilerledikçe iyileşir ve birbirlerine koşulsuz bir sevgi besmeleye başlarlar. Tıpkı bir baba-kız ilişkisi gibi.
Yolculuğun sonuna geldiğimizde ise, tedavinin tek yolunun Ellie’nin ölümünden geçtiğini öğreniriz. Joel’un kızı yerine koyduğu kişinin ölümünden… Bu noktada Joel, doğru/yanlış olmasını düşünmeden Ellie’nin canı uğruna diğer insanların canını hiçe sayar ve Ellie’yi daha kendine gelmeden kurtarır. Ellie kendi bağışıklığının bir işe yaramasını çok istediği için Joel orada neler olduğunu Ellie’ye doğru bir şekilde anlatmaz ve tam burada bana göre çok güzel bir finalle oyunu bitirirler.
Burayı çok uzatmadan son olarak bir şeyden bahsetmek istiyorum. Oyunda Joel’u seslendiren Troy Baker ve Uncharted’dan tanıdığımız Nolan North’un bir Youtube kanalı var. İsmi Retro Replay. İkili buraya oyun oynuyor ve birkaç sene önce Ellie’yi canlandıran Ashley Johnson’ı da yanlarına alarak Last Of Us’ı oynamaya başlıyorlar. Oyunun son bölümünde videoya oyunun kreatif direktörü olan, oyunun senaryosunun arkasındaki kişi Neil Druckmann geliyor. Burada oyunun fikrinin nasıl çıktığını (yukarda bahsetmiştim) konuşuyorlar. Bu videoda Troy Baker oyunu 4.kez oynamasından sonra anca fark ettiği bir şeyden bahsediyor: Oyunun başlarında birbirlerini pek ısınamayan ikilimiz Joel ve Ellie’nin aralarındaki mesafe oldukça fazlayken oyundaki ilişkileri ilerledikçe birbirlerine yakın durmaya başlıyorlar. Bu yaz oynadığımda buna özellikle dikkat ettim ve harika bir detay olduğunu düşünüyorum. Videoya buradan ulaşabilirsiniz.
The Last Of Us Part 2 : İlk Bakış
The Last Of Us Part 2, daha çıkmadan oyun dünyasını ikiye böldü ve herkes birbirine girdi. Çıkmadan en çok konuşulan ve tartışılan oyunlardan biri olabilir. Oyunun anlatmak istediği bir hikayesi vardı ve kimileri bunu efsane bulurken kimileri de facia olarak gördü. Yine de ben anlatmak istedikleri şeyi çok iyi bir şekilde anlattıklarını düşünüyorum.
Öncelikle oyunun görsel kısmının çok güzel ve çok doyurucu olduğunu söylemeliyim. Oyunun başlarında tempo oldukça yavaş ilerliyor ve bu sayede manzaranın tadını çıkarabiliyorsunuz. Oynarken sürekli durup ekran görüntüsü alırken buldum kendimi. Sahne tasarımları, bölüm tasarımları üstünde çok uğraşıldığını hissettiriyor.
Oynanış ve aksiyon kısmına gelirsek, bu sefer ilk oyuna göre daha kalabalık gruplarla karşı karşıya kalıyoruz. Direkt saldırabileceğimiz gibi gizlilikle de yanlarından geçebiliriz. Ancak gizlilik kısmının çok kolay olmadığını belirtmeliyim. İlk oyunda gördüğümüz hastalıklılar yine bu oyunda da var, ona ek olarak birkaç tane daha yeni modelleri eklenmiş. Özellikle stalkerlar beni tüm oyun boyunca en çok gerenler oldu. Hepsi için ayrı bir taktik geliştirmeye çalışsam da stalker tarafında biraz zorlandım.
Yapay zeka piyasadaki çoğu oyuna göre üst seviyede. Naughty Dog’ın önceki oyunlarında da sıkça yaptığı bir şey var. Ana karakterler çatışma esnasında kendi aralarında konuşur, bazen şakalar yapardı ve onları gerçekten varlarmış gibi algılardık. Bu oyunda bunu düşmanlar için de yapmayı tercih etmişler. Karşımıza çıkan her kişinin bir ismi var, boş npc değiller yani. Çatıştığımız kişilerin kendi aralarında geçen konuşmalar, birini öldürdüğüm zaman yanına gelen arkadaşının çığlığı basması o kadar gerçekçiydi ki oyun beni öldürdüğüm kişilerin gerçek birer insan olduğuna ikna etti. İlk oyunun ardından artık Ellie’nin yüzebiliyor oluşu, kokunuzu alıp peşinize takılan köpekler de çatışmalara yeni bir soluk getiriyor. Bu açıdan gerçekten çok iyi bir iş başarmışlar ancak bir noktadan sonra artık yapay zekanın da neler yapacağını tahmin edebiliyorsunuz az çok.
İlk oyuna göre yapılan farklılıklardan birisi de keşfedebileceğiniz daha çok alan olması. Keşfedeceğiniz daha çok alan olması demek okunacak daha çok hikaye, toplanacak daha fazla malzeme demek ve bu oyunda loot bir tık önemli. Yeterli mermi ve teçhizata sahip olmadığınızda oyun zorlaşabiliyor. Keşfettikçe bulacağınız bir sürü not var ve ilk oyuna göre bunların daha özenli ve daha tutarlı olduğunu düşünüyorum. Oyunun bir kısmında sürekli notlarını okuduğum ve aynı zamanda çoğu notta da adını gördüğüm biri vardı, bir süre sonra o kişiyle denk geldim ve bu oldukça garip bir histi. Okuduğunuz her not size orada neler olup bittiğini, ölenlerin ne düşünerek öldüğünü, topladığınız malzemelerin oraya geliş süreçlerini anlatıyor.
Konuşalım : The Last Of Us Part 2 Spoilerlı İnceleme
Önceden de belirttiğim gibi, ben bu oyundan son derece keyif aldım. Kesinlikle benim için 2020 içinde oynadığım en iyi oyundu kendisi. Bu kadar güçlü ve bu kadar riskli bir hikayeyi anlatmak çok zordur ve Naughty Dog bunu çok güzel başarmış.
Kurgu işi hikayeyi yazmaktan daha zordur ve hikayeyi şaheser haline getirebileceği gibi onu batıradabilir. Bu oyunda karakterlerin motivasyonlarını, neler yaşadıklarını anlamamız için hem Abby tarafını hem Ellie tarafını uzunca oynamamız gerekiyordu. Biraz Ellie biraz Abby şeklinde ilerleseydi aynı etkiyi bırakamazdı. Oyun sizden karakterlerine sempati beslemenizi beklemiyor ama onlarla empati kurmanızı bekliyor.
Yıllar önceki E3 etkiliğinde TLOU 2’nin ilk fragmanının gösteriminin ardından akşam oyunda Joel ve Ellie’yi canlandıran Troy Baker ve Ashley Johnson’la beraber Neil Druckmann’ın da bulunduğu bir panel yapılıyor. Paneli yöneten kişilerden biri Neil’e “ilk oyunda sevgiyi-güveni işlediniz, ikinci oyunda ne işleyeceksiniz?” tarzında bir soru yöneltiyor. Neil’in verdiği cevap ise “İlk oyunda kızını kaybetmiş bir babanın ikinci bir şansı elde etmesini işledik, 2. oyunda ise nefreti işleyeceğiz.” şeklinde oluyor. Dönüp baktığınızda da fark edebilirsiniz ki farklı şekillerde, farklı taraflara da olsa oyunda herkesin nefret duyduğu şeyler var. Bu beğenip/beğenmeme mevzusu değil. Oyun içinizdeki nefreti dışarı çıkarabilmek için yapılmış ve bunu da başarmış.
Oyun Joel’un gitarını temizlerken Tommy’e Ateşböcekleri ile olanları anlatmasıyla başlıyor. Daha oyunun ilk dakikalarında bile Joel’un yaptıklarından pişmanlık duymadığını anlayabilirsiniz. Joel orada zamanında kurtaramadığı kızını kurtardı.
Joel’un Ölümü : Çok mu erkendi?
İlk oyunun ardından çoğumuz Ellie-Joel hikayesi bekliyorduk. Ancak Joel’un oyunun başında ölmesi beklediğimiz oyunu da öldürdü. Abby’e duyduğumuz nefret sadece Joel’un ölümünden değil, biraz da bizi çok farklı bir oyunun beklediğini anladığımız içindi.
Ben bu noktada çoğu kişinin bir şeyi kaçırdığını düşünüyorum. Eğer Joel’un ölümünü daha yoğun işlenerek daha uzun sürede olsaydı bu nefret duygusu ortaya çıkmazdı. Abby’nin kontrolünü elimize aldığımızda nefret içinde oyunla bakışmazdık. Anlatılmak istenen hikayenin düzgün bir şekilde anlatılabilmesi ve maksimum düzeyde etki edebilmesi için Joel’un oyunun en başında ölmesi gerekiyordu. Joel altyapısı ilk oyundan beri çok güzel işlenen bir karakterdi ve ben burada gerçekten çok üzüldüm.
Joel’un öldüğü sahneye biraz daha detaylı bakarsanız fark edersiniz ki Joel yaptığı seçimlerden memnun ve bu olacakları da bekliyordu.
Öncelikle şunu anlamamız lazım ki oyundaki dünya çok farklı. Post-apokaliptik bir dönemde geçiyor ve böyle bir zamanda iyi/kötü ayrımının olmasını bekleyemeyiz. Tüm medeniyetin ortadan yok olmasından bahsediyoruz. İnsanlar, yok olmuş bu dünyada bir yer edinebilmek için çeşitli gruplar kurmuş, kimisi kendi alanına çekilmiş ama hepsi bir amaç arayışına girmiş. Şu çok net ki artık ölüm ve öldürmenin çok bir farkı yok. Hatta öyle bir noktada ki, WLF’in (Wolf) içindeki insanlar biri bir çatışmaya gittiğinde o kişiye “may your death be swift” (ölümün hızlı olsun) diye bir cümle kuruyorlar. Dünya öyle bir hale gelmiş ki, sorun ölmek değil. Sorun acı çekerek, yavaşça ölmek. Bu noktada fark edersiniz ki Abby’nin Joel’u sadece kafasına sıkmadan yavaşça öldürmesinin sebebi de buydu. Çünkü Joel’u direkt öldürmek ona yapılacak en iyi şeydi ve Abby bunu ona vermek istemedi.
Ben asla Joel’un saygısızca veya çok hızlıca öldürüldüğünü düşünmüyorum. Joel kendi doğrularının adamıydı ve bugünün geleceğini biliyordu. Joel’un şimdi ölmesiye bundan 10 yıl sonra ölmesi arasında bir fark olmayacaktı çünkü o kendi ulaşmak istediği yere ulaşmıştı.
Ben de oyunda çok üzüldüm, hala üzülüyorum ve Joel’u gördüğüm her flashbackte gözlerim doldu. O sahneden sonra ben de nefretle doldum ve bunun intikamını çok fazla almak istedim. Bu düşünceleri edinebilmem için oyunu oynamamın üstünden uzun zaman geçmesi gerekti.
Joel’un ölümünün ardından Tommy’le geçen konuşmalar, Joel’un mezarını görmemiz ve ardından oyunun bize Joel’un evini gezme fırsatı sunması… Oyundaki en ağır, en duygusal sahnelerden biriydi. Evde de o kadar güzel detaylar vardı ki insanı daha da üzmek için özenle ayarlanmış gibiydi hepsi.
İntikam Yolculuğu Ve The Last Of Us Dünyası
Joel’un ölümünden sonra bir yandan Tommy, bir yandan da Ellie tam da istediğimiz gibi kendi intikam yolculuklarına çıkıyor. Oyunun Ellie’nin yolculuğunu anlattığı bu 3 günde, ben Ellie’ye yoldaşlık eden insanlara çok alıştım. Hepsi gerçekten yanımdaymış gibiydi, kısa sürede onlara hemen ısınabildim. Bu günlerde gittiğimiz yerlerde keşfedebileceğimiz çok güzel alanlar var. Oyun sana haritayı verip bak buralara gideceksin demiyor ama biraz dikkat edersen seni oralara çok güzel yönlendiriyor.
Biz bir ana hikayeyi oynuyoruz ama bu sıralarda arkada da çok farklı hikayeler dönüyor ve oyun bunu bizim keşfimize bırakmış. Oyundaki notlar ve Ellie’nin günlüğü burada çok önemli bir rol üstleniyor. Önce notlara değinmek istiyorum. Oyunda yarı-açık dünya olan bir alana geliyoruz Dina ile beraber. Orada birkaç notta bir banka soygunu planından bahsediyorlar. Notları takip edip gitmemiz gereken yeri bulduğumuzda soygunu yapmaya çalışanların ölü bedenleriyle karşılaşıyoruz. Beni en çok etkileyen hikayelerden birisiyse Boris’in hikayesi oldu. Kendisi oyunun bir noktasında okunu aldığımız enfeksiyonlu abimiz. Notlara Boris’in ok kullanmakta ne kadar iyi olduğunu okuyarak başlıyoruz, aldığı ödülleri görüyoruz. İlerleyen notlarda kızının ona babasının bu başarısından dolayı çizdiği bir resmi görüyoruz, daha sonra da WLF’in kurallarının üstünü sprey boyayla çizdiği için, kızının WLF tarafından öldürüldüğünü okuyoruz.
Hatırlarsanız oyunda bir yer var; bir taksinin jipe çarpmış olarak durduğu bir yer. Oyun size onun hikayesini anlatıyor. Kızının ölümünün ardından intikam planı yapan babamız Boris, WLF’e taksiyle pusu kuruyor ve o jipe çarpıyor. Çevredeki insanlar kendi canlarından olmamak için Boris’in arkasından iş çevirerek onu ele veriyorlar ancak Boris bunları fark ediyor. Bunun üstüne onu ele veren insanları toplayıp bir odaya kapatıyor. Oyunun bir yerinde biz kilitli bir yere ulaşıyoruz ve kapıyı açtığımızda karşımıza enfekte olmuş bu insanlar çıkıyor. Üstüne çok vakit geçmeden enfekte Boris’le de karşılaşıyoruz ve ondan okunu alıyoruz.
Yani oyun bizi mümkün olduğunca Joel ve Ellie’nin dışına çıkarıp oyunun olduğu dünyaya tanık etmeye çalışmış. Arka planda da gerçekten çok ağır ve çok güzel hikayeler dönüyor. O yüzden bu oyunda her yerin altını üstüne getirip o notları okumak, etrafa bir bakınmak gerekiyor.
Ellie’yle olan yolculuğumuzda en çok etkilenip korktuğum yerlerden biri de Skar’lar (Serafiler) ile karşılaştığımız andı. Aralarında konuşarak anlaşmak yerine ıslıkla anlaşan bir grup ve ne dediklerine dair en ufak bir fikrimiz bile yok. WLF ve Fedra’nın yanında bu tarz bir grup eklemeleri de hoş olmuş bence. Herkes farklı bir şekilde yaşama tutunmaya çalışıyor.
Bir diğer beni etkileyen kısımsa Ellie ve Joel flashbackleri… Joel’un ölümünden sonra buraları görmek ilaç gibi geldi açıkçası. Ellie’nin doğum gününde Joel’un ona sürpriz yapmak için götürdüğü yolda aralarında geçen konuşmalar, şakalaşmalar özlediğim o ilk oyunun havasını çok güzel verdi. Bunun yanında Joel’un ölümüne daha çok üzülmeme de sebep olmadı değil. Oyunun bir türlü mola vermeyen temposundan sonra bu kısımlar tam bir rahatlatıcı rolünde olmuş. Bence bu sahnelerin bize göstermeye çalıştığı şey, bitmiş bir dünyada insanların hala hayallerinin olmasıydı. Hala yaşamaya değer şeylerin olduğuydu.
Aynı zamanda burada gördüğümüz Firefly logosunun altındaki Liars yazısı… Tedavi bulunma şansını engelleyen biri olarak o yazıya baktığınızı hayal edebiliyor musunuz?
Ellie ile geçirdiğimiz günlerin sonunda ise bir şeyler elde ediyoruz. Nora’yı konuşturmayı başarıyoruz. Ben burada Ellie’nin Dina’nın yanına Nora’dan sonra biraz da olsa bir zaferle dönmesini bekledim ama buraya kadar olan her şey onu o kadar çok yıpratmıştı ki… Ellie’nin günlüğüne baktığınızda da zaten bunu detaylı bir şekilde görebiliyorsunuz.
O kadar insanın ölümünden ve o kadar yolun sonunda Abby’le karşılaşıyoruz. Öldürdüğümüz insanlar, yanımızda ölen insanlar oluyor ve oyun tam bu noktada asla tahmin etmediğim bir harekete girişiyor.
Hikayeye bir de buradan bakın: Abby
İlk olarak söylemek istediğim şey oyunun bu hareketini gördükten sonra “ya hayır ya” tepkisini verip uzun süre bunu sindiremedim. Fakat bir yandan da oyunun bu hareketi oyunu benim gözümde zirve yaptı. Oyun bize Ellie’yle 3 günü anlatıyor ve sonra bu 3 günü başka karakterin gözünden, başka bir yolculuk olarak anlatıyor ve bence bu çok takdir edilmesi gereken bir şey. Aynı zamanda bunu oyuncuyu sıkmadan, oynadığımız ilk 3 günden farklı şeyler sunarak yapıyor. Birbirine paralel ilerleyen 2 hikayeyi anlatıyor bize.
Abby’nin hikayesinin başında babasını ve Joel’un onu öldürdüğünü görüyoruz. Eğer empati kurmaya başlarsanız bu noktada aklınız gerçekten çok karışıyor. ‘Tamam Abby Joel’u öldürdü ama bak onun da böyle haklı bir sebebi vardı’ diye düşünmeye başlıyorsunuz. Sizi oyunun daha en başında Abby’den nefret etmeye sürükleyen oyun, şimdi sizden onla empati kurmanızı bekliyor. Çoğu insanın bunu sindirememesini ve sinirlenmesini anlıyorum ama bu oyunun kötü bir oyun olduğunu göstermez.
Abby babasının ölümünden sonra WLF’e katılıyor, tabii artık Ateşböcekleri diye bir şey kalmamış. Bu kısımdan sonra Abby’nin tek amacı olabildiğince güçlenip günü gelince önündeki her engeli aşarak Joel’u öldürmek. Bu doğrultuda kendi hayatından birçok şeyi de feda ediyor motivasyonu o derece yüksek.
Kendi çocukluğunu içindeki bu acıyı dindirmek için feda etmiş birisi Abby.
Ben açıkçası oyunun bu kısımlarını oynarken aşırı duygu karmaşası yaşadım, ne düşüneceğimi şaşırdım. Oynarken Abby’nin hikayesinin Ellie’nin hikayesine ne kadar paralel gittiğini çok net fark ettim. Aslında iki tarafın da birbirinden farkı yok.
Abby’nin Yara ve Lev’le tanışıp kaynaşmasına gelecek olursam, ben bunun da aceleye getirildiğini düşünmüyorum. Onlarla ölüme bir kala tanışıyor ve normalde çatışmada olan iki grup olmalarına rağmen (WLF ve Skar) Abby’nin canını bağışlıyorlar. Yani bu noktadan sonra insanın tamam işimiz bitti ben gittim demesi çok zor. Owen’la geçirdiği o gecenin sonunda bile bir kabusa uyanıyor Abby. İşte tam da bu yüzden, vicdanı yüzünden Yara ve Lev’in yanına gidiyor.
Başta da dediğim gibi oyun sizden sempati değil, empati bekliyor. Abby’i sevmek zorunda değiliz ama her hikayenin 2 tarafı vardır ve o ikinci tarafa bakmamızı istemiş oyun. Bir anda kendi bulunduğu tüm grubu karşısına alması içinde yaşadığı o çatışmadan dolayı. Lev’le kaynaşmasının sebebi de ikisinin de bulunduğu gruba yabancılaşması. Ben Lev’le Abby’nin yolculuğunu çok beğendim. Aralarındaki ilişki zamanla çok güzel işlenmiş. Bu yolcukluk esnasında en çok beğendiğim diğer şey ise Abby’nin yükseklik korkusunun oyuncuya çok güzel, çok gerçekçi bir şekilde verilmesiydi. Oynarken yer yer ben bile korktum.
Abby’le oynarken en çok zorlandığım yer ise Tommy’le karşılaştığımız zamandı. Yani elim tuşa gitmiyordu ama bir yandan da bölümü geçmek zorundaydım. Joel’u öldürmüş bir karakterin kontrolü bendeyken karşıma Tommy çıkınca Tommy’i bana öldürtmelerinden korktum. Cidden çok karmaşık duygular yaşadım bu oyunda.
Adım Adım Finale
Oyundaki perspektif şu, Ellie’nin zihni bu hikayenin merkezi. Fark ettiyseniz Nora’yı öldürürken bize Nora’yı değil Ellie’yi gösteriyor. Çünkü görmemiz gereken o anda Ellie’nin ne yaşadığıydı. Joel’un ölümünü de bize Ellie’nin gözünden gösterdiler. Oyundaki günlük de bu yüzden çok önemli.
“If I ever were to lose you, I’d surely lose myself”
Joel’un ölümünden sonra Ellie kendini de kaybetti ve içinde oluşan o boşluğu intikamla doldurmaya çalıştı. Ancak her ölümde içindeki o boşluk daha da büyüdü.
Nora’nın sahnesinden hemen sonra oyun Ellie’nin titreyen eline odaklanıyor. Ellie her defasında yaptıklarından dolayı Joel’un ölümüyle yüzleşiyor. Mel’in ölümünden sonra onun hamile olduğunu gördüğündeyse asıl yıkımı başlıyor.
Ellie Abby’nin peşinden gitti, bu yolda birçok can kaybedildi. Karşılaştıklarında Abby Ellie’nin canını bir kere daha bağışladı. Ellie Dina ve Dina’nın oğluyla beraber bir çifltlik evine taşındı. Her şey çok iyiymiş gibi duruyordu ama Ellie’ye bakarsanız aslında hiçbir şey iyi değildi. Oyunda bir çiftlik sahnesi var Ellie’nin Joel’u tekrar hatırladığı. O sahne aslında oyunun anlatmak istediği her şeyi anlatıyor. Benim yine en çok etkilendiğim sahnelerden birisiydi.
Ellie’nin kendi içinde hala bitiremediği bir çatışma var ve Tommy’nin gelişi bunu daha çok tetikliyor.
Ellie o evden çıkarken Dina “Bunu tekrar yapmayacağım.” diyor. Ellie’nin tüm bu sahip olduklarını bırakıp gitmesinin ardında sadece intikam yatmıyor, Joel’a yaptıkları yüzünden kendini affetmeye hatta biraz da ölmeye gidiyor. Ellie’nin günlükleri oyunun bu noktasında çok kritik çünkü o günlükleri okumadan girdiği psikolojiyi ve verdiği kararları neden verdiğini anlayamazsınız.
“Yemek yemiyorum, uyku uyuyamıyorum” tarzında cümleler kuruyor ve günlüğünde de bunun birçok örneği var.
Ellie bu hayatı aslında yaşayamıyor. Santa Barbara’ya Abby’nin yanına gittiğine orda ona “Seni bırakamam.” diyor. Bu çok başka bir şey ve artık basit bir intikam arzusundan çıkmış olay. Abby’nin onla savaşması için Lev’i tehdit ettiğinde dediği bir söz var. “You made him part of this.” (sen onu bunun bir parçası yaptın.) Bu oyunu en iyi anlatan cümlelerden biri olabilir. İki tarafın da kendi davaları uğruna çevresindeki herkesi bu yola sürükleyip, herkesi kaybetmesinin hikayesi bu oyun.
Son noktada Abby’i öldürecekken bırakmasının arkasında birçok sebep yatıyor ama bunlardan birisi de oyunun başından beri gördüğü tüm flashbacklerde Joel’un ölümünü görürken, sadece o anda Joel’u verandada gitar çalarken huzurlu bir şekilde görüyor, bu noktada Ellie’yi kurtaran Joel oluyor. Tıpkı Abby’nin de gördüğü kabusların Lev ve Yara’yı kurtardıktan hemen sonra bitmesi gibi, o da babasının huzurlu halini görüyor. Ellie burada Abby’i affettiği için değil, sonunda boynundaki o ipi çıkarabildiği için Abby’i bırakıyor.
İki tarafın da intikam yolculuğu sıfırlanmış oluyor.
Santa Barbara’dan döndüğünüzde Ellie’nin günlüğüne bakarsanız ilk defa Joel’un tam halini, gözleriyle beraber, verandada gitar çalarken çizdiğini görebilirsiniz. Joel’un ölümünden bu noktaya kadar hiçbir çizimde Joel’u tam olarak çizememişti.
Oyunda şöyle ilginç bir nokta var. Ellie ve Abby birbirlerinin kim olduğunu tam olarak bilmiyor. Ellie, tüm bu yolculuk boyunca Abby’nin tam olarak Joel’u neden öldürdüğünü bilmiyor sadece Nora’dan Ateşböcekleri adını duyduğu için o gruptan geldiğini biliyor. Geri kalan kısmı kendi kafasında tamamlıyor. Aynı şekilde Abby de oyunun son sahnesine kadar Joel’u öldürürken bir kızın babası yerine koyduğu adamı öldürdüğünü bilmiyordu. Babasının intikamını alırken başka bir babayı öldürdüğünün farkında değildi.
İki taraf da sadece nefretle, karşı tarafı sorgulamadan bu intikam yolculuğuna atılıyor.
Nefretle hareket edersen elindeki herkesi, her şeyini kaybedersin. Ellie’nin yaşadığı, Abby’nin yaşadığı tamamen bu.
Ellie, ilk oyundan beri konusu geçen, kendisiyle Joel’u ortak paydada tutan özel şeylerden birini, gitar çalma yeteneğini kaybetti.
Ellie, Joel’la olan son konuşmasında ona “Hayatımın bir anlamı olacaktı.” diyordu. Yani Ellie, Joel’un ona verdiği hayat için minnettar değil, bağışıklığının bir işe yaramasını istiyordu. O gece Ellie, Joel’a onu affetmeyi deneyeceğini söylüyor ama Joel öldükten sonra bunu nasıl yapabilirdi? Bu noktada Ellie, hayatına bir anlam arayışına girdi.
Santa Barbara’da Abby’le olan yüzleşmesinden sonra Ellie bir şekilde kendi iç huzurunu buldu… Yaşamak istemediği o hayat, artık onun için önemli hale geldi çünkü Joel böyle olmasını isterdi. Bir şekilde artık hayatta olmayan Joel’a onu affettiğini gösterme şekliydi bu.
Son anda gitarı evde bırakıp gitmesi onun için çok önemliydi çünkü artık kendini bulduğunu, Joel’la barıştığını temsil ediyordu.
Son Söz
Ben bu oyunu başından sonuna kadar her yönüyle çok beğendim. Böyle bir fikri ortaya koymak gerçekten büyük cesaret ister. Ben eminim ki bu oyun geliştirilirken o ekip arasında da hikaye yönünden çok fazla tartışma dönmüştür.
İlk oyunda yalnız kalmaktan korkan Ellie’nin oyunun sonunda bir başına kalmasının sebepleri, o yolculuk çok yoğun bir şekilde verilmiş. Bu oyunu oynamak beni çok zorladı ve yordu. İnsanların hikayeyi neden sevmediğini anlayabiliyorum ama ben bu hikayenin kötü olduğunu düşünmüyorum. Joel’un ölümü bu kadar erken olmasaydı ve oyunun ortasında büyük bir karakter değişimine gidilmeseydi bu kadar hatırlanacak bir oyun olmazdı karşımızda. Joel’un ölümünün bu şekilde olması benim gözümde Joel’u çok farklı bir noktaya taşıdı.
Ben uzun süre bu tarzda bir oyun oynayabileceğimizi düşünmüyorum. Bana birçok duyguyu aynı anda çok farklı şekillerde yaşattı. Oynarken öyle anlar oldu ki neler hissettiğimden emin olamadım. Oynadıktan sonra da uzun bir süre etkisinden çıkamadığım bir yapım oldu kendisi.
Eminim ki daha fark edemediğim çok fazla şey vardır ve bunlar için oyunu üçüncüye dönmem gerekir. Yine de her şeyiyle bu evren, bu oyun ve bize anlatmak istedikleri çok güzeldi.
If somehow the lord gave me a second chance at that moment,
I would do it all over again.
Joel miller