Into the Night’ın spin-off’u olarak duyurulan Yakamoz S-245 geçtiğimiz hafta çıkışını yaptı. Yakamoz S-245 Kıvanç Tatlıtuğ başta olmak üzere Özge Özpirinççi, Ertan Saban, Ece Çeşmioğlu birçok ünlü ismi kadrosunda bulunduruyor. Dizi, Into the Night gibi The Old Axolotl adlı bilimkurgu romanından uyarlama. Dizinin senaristleri arasında Into the Night’ın yaratıcısı Jason George’da bulunuyor.
Dizinin Konusu
Yakamoz S-245, Güneş’in tüm insanları öldürdüğü bir dünyada denizaltı ile hayatta kalmayı başaran bir grup insanı anlatıyor. Defne’nin Arman’ı bir araştırma görevine davet etmesi sonucu bir grup bilim insanından oluşan ekibimiz suyun altına dalar. Çıktıklarında Güneş’in insanları öldürdüğünü anlarlar ve Kos Adası’nda bir sığınak olduğu bilgisiyle adaya doğru yola çıkarlar. Adaya vardıklarında Yakamoz S-245 askeri denizaltısıyla karşılaşırlar ve birlikte hareket etmeye başlarlar. Arman ve ekibi bir yandan Güneş’e karşı bir yandan da geminin ikinci kaptanı Umut ve ekibine karşı yaşam mücadelesi vermeye başlar.
Into the Night ile ilişkisi
Yukarıda da söylediğim gibi Yakamoz S-245 bir spin-off dizisi. Into the Night ile aynı evrende hatta aynı zaman diliminde geçiyor. Bu yüzden diziyi izlerken sürekli Into the Night’ta gördüğümüz sahnelere atıflar bulunuyor. Ben Yakamoz S-245’ten önce Into the Night izlenmesini kesinlikle tavsiye ederim. Çünkü diziyi izlerken gördüğünüz sahneler o zaman daha anlamlı çoktan bildiğiniz şeyler olacak. Bu kısıma spoilerlı bir şekilde ileride de değineceğim.
Yine de izlememiş olanlar için kısaca onun hikayesine de değinelim.
Into the Night, Brüksel’de bir havaalanında başlıyor. Ines’in New York’taki arkadaşının yere yığıldığını duymamız ile bir şeyler olduğunu anlamaya başlarız. Ardından televizyonda yerdeki insanların haberlerini görürüz. İnsanlar şaşırsa da henüz hiçbir şeyin farkında değillerdir, bir kişi hariç. İtalyan NATO askeri Terenzio. New York uçağını beklemekte olan Terenzio, televizyondaki haberi gördüğünde her şey için çok geç olduğunun farkına varır. Yaşamak için tek şansının hemen gitmek olduğunu anlayan Terenzio bir uçak kaçırır. Hiçbir şeyden haberi olmayan insanlar bunu bir terör saldırısı sansa da aslında Terenzio herkesin hayatını kurtarmak için böyle bir şey yapmaktadır. Güneş doğduğu an hepsi ölecektir. Dizi bu uçaktaki bir avuç insanın güneşten kaçarak dünyanın etrafında turlamasını konu alıyor. Bir yandan bu hikâyeyi izlerken bir yandan da karakterlerin geçmişlerini izliyoruz. Dizi 6 bölümden oluşuyor ve her bölümde bir karakterin geçmişine tanık oluyoruz.
Yazının buradan sonraki kısmı Yakamoz S-245 ve Into the Night spoilerları içermektedir.
İlk Bölüm
Yakamoz S-245’i izlemek için ilk bölüme katlanmanız gerekiyor. Bu kadar akıcı ve hızlı bir dizinin girişi neden bu kadar yavaş işlenmiş hiç anlamadım. Aynı Hakan: Muhafız’da da gördüğümüz herkesi tanıyan ve selam veren ana karakterimizi izleyerek başlıyoruz. Ardından karakterimiz karakola gidiyor ve sonra ise eski sevgilisiyle karşılaşıyor. Bu sahnelerin tamamı beni sadece güldürdü çünkü çok yapay. Bunu nasıl yazdılar ve nasıl çektiler bilmiyorum. Into the Night’a baktığımızda mükemmel bir örnek değil ancak ilk 10 dakika içerisinde izleyiciyi o aksiyonun içerisine sokmayı başarıyor. Burada ise koskoca bir bölüm beklemeniz ve birbirinden anlamsız diyaloglara katlanmanız gerekiyor.
Duygu
Dizi boyunca Arman’ın Defne’nin ölümüne olan tepkisi hariç bir şeyler hissedebilen bir karakter görmedik. Ki bu sahnenin güzelliği tamamen Kıvanç Tatlıtuğ’un oyunculuğundan kaynaklanıyor. Nişanlısını kaybettikten sonra şakalar yapan Defne, babasını kaybettikten sonra bir gülüp bir ağlayan Yonca…
Karakterlerin dizinin başındaki ve sonundaki halleri çok farklı ancak herhangi bir karakter gelişimi görmüyoruz. Dizinin başında Arman ve ekibinden ölümüne nefret eden Umut, birden işbirliği yapmaya başlıyor. Adamlarını adada bırakmak zorunda kaldığı için sürekli olay çıkartan Umut birden iki adamını öldürmeyi kabul eder hale geliyor. Kaptan olana kadar emirlerini geçirebilen, ekibi hizada tutabilen Yonca ise birden ne yapacağını bilemeyerek Arman’a sorular sormaya başlıyor. Bu ve bunun gibi olaylar zaten hızlı ilerleyen bir dizide karakterlerle oluşturulabilecek herhangi bir bağın da önüne geçiyor. Karakterler çok hızlı bir şekilde 180 derece dönüyor ve bunun ortası ne yazık ki yok.
Into the Night, bölümleri karakterlere adayarak, onları tanıtarak onlarla bir bağ kurmamızı kolaylaştıran bir yol izlemişti. Önceki hayatlarını görüyor ve o hayatın şu anki kararlarına etkilerini daha iyi anlıyorduk. Yakamoz S-245’te ise hiç anlam veremediğim bir kuru fasulye pilav muhabbetiyle bu verilmeye çalışılıyor.
Zaman Kavramı
Dizide zaman kavramı gerçekten yok. Bir saniyede bir sonraki günün gecesine geçiyoruz. Aynı yerde miyiz? Neler oldu? Bütün gece ne yaptınız? Hiçbir cevap yok ve hiçbir şey gösterilmiyor. Into the Night’ın 2.sezonunun bıraktığı yere yetişmek için bazı yerlerin hızlı geçilmesi gerekmiş olabilir. Fakat hiçbir şey çekmemeyi tercih etmek nasıl bir seçim anlamadım. Muhtemelen bazı sahneleri çektikten sonra kullanmamayı düşündüler ya da izleyiciyi salak yerine koydular.
Sırf insanların milli duygularına erişmek için yemeğinizin zamanınızın olmadığı bir anda böylesine uzun bir cenaze sahnesi çekmek yerine keşke bu zamanı başka yerlerde kullansalarmış.
İzleyiciyi aptal yerine koymak
Gerçekten dizinin bazı repliklerinde bunu çok fazla hissettim. Zaten anladığımız veya tahmin edebileceğimiz şeyleri 20 kere söyleyerek resmen “İleride bununla ilgili bir şey olacak sen unutma diye tekrar söylüyoruz.” gibi bir şeye girmişler. Bununla ilgili bir örneğe bakalım. Defne’nin Almanca konuştuğu birkaç sahne görüyoruz. Defne nasıl olur da Almanca bilebilir ki diye soracağımızı düşünmüşler sanırım çünkü bunu açıklamak için çok fazla uğraşılmış. Önce Arman bir sahnede Defne’nin yarı Alman olduğunu söylüyor. Sonra da Defne, yine de anlamadıysanız der gibi tekrar yarı Alman olduğunu vurguluyor. Özellikle Defne’nin vurguladığı kısım o kadar yapay ve zorla yerleştirilmiş gibi.
Güneş ve Defne
Dizide Güneş’in “patladığını” görüyoruz. Bu sahneyi gördüğümüzde Yakamoz S-245’in olayların sebebini de anlatacağını düşünmüştüm. Çünkü Arman ve ekibi bize bilim insanları olarak sunuldu. Ancak dizinin içinde bu konuya hiçbir şekilde değinilmedi ve gördüğümüzle kaldık diyebilirim.
Bir yerden sonra ise Arman’ın babası aracılığıyla Defne’nin bu olayı bildiğini öğreniyoruz. Benim burada anlamadığım kısım her şeyi bilen Defne’nin nişanlısı başta olmak üzere tüm sevdiklerini nasıl geride bırakabildiği. Madem böyle bir olay olacağını biliyordun neden nişanlını yukarıda bıraktın? Ve yine bildiğin bir olaydan sonra neden tüm bölüm boyunca nişanlını aradın? Yani insan bile bile nişanlısını nasıl önce ölüme terk eder sonra da hiçbir şeyden haberi yokmuş gibi aramaya çıkar anlamıyorum. Bu konuda izlerken kaçırdığım bir sahne olduğunu umuyorum.
Into the Night
Dizi, daha önce de bahsettiğim gibi Into the Night ile paralel olarak ilerliyor. Bunun sonucunda Into the Night’ta izlediğimiz bazı sahnelerin sonuçlarını, sebeplerini burada görüyoruz. Bazen de aynı sahneyi başka bir gözden izliyoruz. Dizide başarılı bulduğum kısımlardan birisi de burada. Uçağı, sığınağı, kozmonotu ve Norveç’i ufak ufak anlatarak bize Into the Night’ta gördüğümüz kısımları hatırlatıyorlar. Ayrıca Into the Night’ta Ruslara atılan füzenin de kaynağını öğreniyoruz. Yine de iki sezonun tek bir sezona sığdırılması sonucu orada uzun zamanda gerçekleşen şeyler burada peş peşe geliyor.
Ayrıca iki dizi arasında senaryo kısmında da bazı benzerlikler var. Asker ve siviller arasındaki çatışma iki dizide de fazlasıyla işleniyor. Kaptan (komutan) iyi ve düzgün birisiyken ikinci adamının tamamen zıt bir kişilikte olması, kaptan öldükten sonra ikinci adamın başa geçmesi hikayesi de aynı şekilde.
Bu kadar iyi bir kaptandan sonra ikinci kaptanın çok agresif ve dik başlı biri olduğunu gördükten sonra kaptanın öleceğini ve ikinci kaptanın başa geçeceğini tahmin etmek zor olmadı. Ancak Yonca’nın Erenay Kaptan’ın kızı olduğunu öğrenmemiz beni şaşırttı.
Kamera Arkası
Dizinin arka planında neler oldu bilmiyorum ancak bir şeyler olduğu kesin. Dizinin ilk üç bölümünün yönetmeni Tolga Karaçelik verdiği bir röportajda bir şeyler olduğunu resmen doğrulamış diyebiliriz.
Ben mesela “Into the Night”ın tamamını izleyemedim. “Çok iyi fikir” dedim ama karakterizasyonda, dramada sorunlar vardı, fazlaca basit kurulmuştu. Jason George yazıyordu, daha önceki işlerini çok sevemediğim bir yazar. Daha aksiyon temelli ve belli formüller üzerinden işlenmiş bir fikir. O nedenle de devam gibi algılamayıp buradaki dünyaya, fikre konsantre oldum. Senaryolar da henüz yazılmamıştı ben dâhil olduğumda.
İlk üç bölümü sen çektin değil mi, devamında Umut Aral var. İlk bölümler tabii hikâye evreninin, karakterlerin oluşması açısından da önemli…
Evet ve senaryolar geldikçe çok da korktum. Bir “bunlarla ne yapacağız” hissi oldu, epey de mücadele ettik açıkçası senaryo sürecinde.
(Kaynak: Gazeteduvar)
Oyunculuklar
Söylediğim gibi senaryoda çok fazla gereksiz veya saçma diyalog var. Karakterlerle empati kurabileceğiniz sadece birkaç an var. Doğal olarak bunların sonucunda oyunculukların da sırıttığı birçok sahne görüyoruz. Ancak ben genel olarak oyunculuklardan memnun olduğumu söyleyebilirim. Hiçbir altyapısı olmayan karakterleri gayet güzel canlandırmışlar çoğu zaman. Özellikle Kıvanç Tatlıtuğ ve Ertan Saban çok iyi performans göstermiş.
Son Olarak
Yazının neredeyse tamamı olumsuzluklarla geçti çünkü bu diziden çok daha fazlasını bekliyordum. En azından bir Into the Night kalitesinde çıkmasını isterdim. Bir günde bitirip sonrasında fazla düşünmeyeceğiniz bir dizi olmuş. Birçok sahnede can sıksa da günün sonunda bir şekilde kendini izletmeyi başarıyor.
Merhaba, yazıya elinize ve emeğinize sağlık diyerek başlıyorum. Yazınızı genel olarak beğendim ama yine de birkaç söylemem gereken şeyler olduğunu düşündüm. Lütfen sözlerimi yanlış anlayıp size ders vermeye çalıştığım anlaşılmasın. Ben sadece sıradan bir okuyucuyum ve kendi gözümden dikkatimi çeken ve sizin de bilmenizi istediğim şeyleri yazdım o kadar. 🙂
1)Öncelikle yazının biçiminden bahsetmem gerekirse cümlelerde zaman kiplerini karışık şekilde kullanılmış. Yani bir cümleyi ”-yor” ekiyle bitirip diğer cümleye ”-dır,-dir” ile devam edilmesi ve yine alakasız yerlerde geniş zaman kullanılması yazının okunmasını zorlaştırıyor ve akışı bozuyor gibi geldi. İkinci olarak bazı cümleler yüklem ile bitirilmemesine rağmen sonuna üç nokta konulmamış ve bu da cümledeki akışı bozuyor. Demek istediğim yazıyı belirli bir ritimle okurken bir anda cümle yarıda kesildiği için ritim bozuluyor bu nedenden üç nokta gelecek yerlere dikkat edilse okunması daha kolay ve rahat olur.
2)Into The Night dizisinden bahsederken Terenzio karakterinin uçağı alıyokup batıya uçma isteğine insanları kurtarmaya çalışıyordu diye geçmişsiniz ama tam tersi Terenzio karakteri sadece kendini kurtamaya çalışıyordu ve dizi boyunca bu şekilde devam etti. Eğer insanları kurtarmaya çalışıyor olsaydı havaalanındaki herkesi uyarırdı ama o kimseye haber vermeden sadece kendini kurtarmaya odaklanmıştı.İzlememin üzerinden uzun zaman geçtiği için net hatırlamıyorum ama eğer arada iki üç insan kurtarmışsa bile bunu kendi çıkarları doğrultusunda yaptığına eminim.
3)Yazının Duygu başlığı altında geçen şu cümleye takıldım aslında ”Dizi boyunca Arman’ın Defne’nin ölümüne olan tepkisi hariç bir şeyler hissedebilen bir karakter görmedik.” ve ardından ”Nişanlısını kaybettikten sonra şakalar yapan Defne, babasını kaybettikten sonra bir gülüp bir ağlayan Yonca…” Şunu söylemek isterimki duygu sadece hissedilen acı, keder ve üzüntünün ağlayarak ortaya çıkması değildir. Bazı insanlar Defne’nin yaptığı gibi acılarını içine gömerek ve şaka yoluyla unutmaya çalışarak üstesinden gelmeye çalışır ve bu oldukça normaldir.Şöyle de bir şey vardır ki Defne’nin bu olaylardan çok önceden haberinin olması ve olacak olayları önceden bilmesi sebebiyle nişanlısının da öleceğini de bilerek bence bu işe atılmıştır ve bu nedenden çok da bir üzüntü gösterememiştir. Ayrıyeten ben Onur Ünsal’ın karakterinin – Cem – duyguyu gayet geçirdiğini hissettim. Cem karakteri depresyon, uyuşturucu bağımlılığı ve umutlarının yıkılıp vazgeçiş dönemine girmesi olaylarını gayet güzel işledi ve duygu anlamında da şunu söyleyebilirim ki dünyanın sonu senaryolarında gösterilebilecek en normal tepki onunkiydi bana göre. Cem yaşamak için hiçbir umudu olmayan bir insanın yapabileceği en olası şeyi yaptı ve yaşamına son verdi. Oraya kadar sürede duygularını geçirdiğini düşünüyorum.
Benim yazınız hakkında söyleyeceklerim bu kadar dediğim gibi umarım yanlış anlamazsınız. Ve yine dediğim gibi yaznınızı genel olarak beğendim. Her iki diziye de değinmeniz yerinde olmuş ve gayet açıklayıcı şekilde de anlatmışsınız.
Teşekkürler.