A Quiet Place Part I&II – Gerilimin Sessizliği

John Krasinski’nin yazıp yönettiği A Quiet Place serisinden yeni haberler var! Geçtiğimiz ay serinin yeni filminin adı A Quiet Place: Day One olarak duyuruldu. Olayların başlangıcını ele alacak spin-off’u ilk iki filmin aksine Krasinski yönetmiyor. Başta Jeff Nichols ile anlaşılsa da kendisi başka bir projeye ağırlık vermek isteyince projenin başına Nicolas Cage’li Pig filminin yönetmeni Michael Sarnoski geldi. Birçok soru işaretini gidermesi beklenen filmin 22 Eylül 2023 tarihinde vizyona girmesi planlanıyor. Yeni filmi beklerken gelin ilk iki filmi biraz ele alalım.

A Quiet Place Part I

Filmin Konusu

A Quiet Place sese duyarlı canavarların etrafta dolandığı post-apokaliptik bir dünyada dört kişilik bir aileyi anlatıyor. Canavarlar herhangi bir ses duyduklarında çok hızlı bir şekilde oraya gelip size saldırmaya başlıyor. Bu yüzden filmin çoğunluğunu sessiz izliyoruz. Ailemiz işaret diliyle konuşuyor, ses çıkaran hiçbir şey kullanmıyor. Yürüdükleri yollara kum dökerek sessiz bir şekilde yürümeye çalışıyorlar hatta ayakkabı bile giymiyorlar.

Tüm film boyunca ailenin başına gelen talihsiz olaylara ve onlarla başa çıkmalarına tanıklık ediyoruz.

89.Gün

Film bu tarz felaket dünyasını anlatan yapımlardaki gibi olayların başlangıcından değil 89. günden başlıyor. Yani en başta neler olduğunu ve bu noktaya nasıl geldiklerini bilmiyoruz. Ailemiz erzak arayışı için bir markete gelmiş. Herkes olabildiğince sessiz olmaya çalışıyor. Şehirde ses seda yok. Dönüş yolunda ise ailenin en küçük çocuğunun ses çıkartması sonucunda ona saldıran bir canavarı görüyoruz. Bu sahnedeki en güzel nokta ise işitme engelli Regan’ın ilk başta sesi duymadığı için tepkisiz kalıp, sonra ise babasının koşuşundan bir şeylerin ters gittiğini anlaması. Regan rolünü oynayan Millicent’ın gerçekte de işitme engelli olduğunu söylemeden geçmeyelim. Filmin buradan sonrası ise ailenin çiftlikte geçirdiği zamanları konu alıyor.

İlk filmdeki 89. günün ardından ikinci filmde ilk güne dair ufak bir sahne görüyoruz ancak bu sahne merakları giderebilecek bir sahne değil. Henüz cevaplanması gereken çok soru var. A Quiet Place: Day One filmini beklememdeki en büyük sebep 89. günden değil 1. günden başlayarak bize bazı cevaplar verecek olması.

Buradan sonra konuşmak istediğim bazı kısımlarla devam etmek istiyorum.

Senaryoyu genel olarak beğensem de bana çok saçma gelen olay Evelyn’in hamile kalması. Böyle bir dünyada çocuk yapmayı nasıl düşündüler diye çok sorguladım. Aldıkları önlemleri gördükten sonra biraz anlaşılabilir bulsam da yine de tatmin olamadım. Bebeği içine koymak için bir sandığa yalıtım yapıp oksijen tüpü bile ayarlıyorlar. Hatta bir odanın tamamını yalıtmışlar. Ancak bir başka sahnede Monopoly’yi bile pelüş ile oynayan bir ailenin bu konuda ihmalkâr olması bana çok garip geldi. Her ne kadar bebeğin ağlamasına çözüm bulsalar da doğum sırasındaki çığlıklara bir çözüm bulamayacaklardı. O odanın çığlıkların sesini kesip kesemeyeceğini bilmiyorlardı. Fişeklerin sesi ile çığlık atan Evelyn ucu ucuna kurtuldu.

Ailemiz kurallara genel olarak bağlı. Çocukların kaybolduklarında ateş yakmaları, annenin tehlike anında ampulleri kırmızıya çevirmesi, Marcus’un fişekleri ateşlemesi… Bu dünya için çok iyi hazırlanmışlar ve hepsi ne yapmaları gerektiğini çok iyi biliyor. Bana kalırsa filmin en iyi anlarından biri o ampullerin renk değiştirdiği zamandı. Lee’nin oğluyla beraber dönüşünün ardından öyle bir manzarayla karşılaşıp şok geçirmesi ve Regan’ın havai fişekleri gördüğü gibi koşması beni çok etkiledi. Ayrıca düşündükleri bu ışık sistemi de çok hoşuma gitti.

En çok gerildiğim yerlerden biriyse merdivendeki çiviydi. Tüm film boyunca o çivinin kimin ayağına batacağını, batarsa çığlık atacak mı diye düşünmek beni oldukça gerdi. Canavarlardan çok o çiviyi düşündüm. Tüm önlemlere rağmen küçük bir çivi her şeyi değiştirdi.

Aile üyeleri birbirinden ayrı bir gün geçiyor ve o günleri en talihsiz günleri oluyor. Doğum telaşına kapılan Evelyn’in ayağına o çivinin battığı sahneden sonra ailenin başına gelebilecek her şey bir gecede geldi. O andan filmin son anına kadar aksiyon bir türlü kesilmedi.

Lee’nin son sahnesinde kızıyla arasında mesafe olan bir babanın son şansını görüyoruz. Çocuklarını kurtarmak için kendini ateşe atıyor. Bunu yapmadan önce ise kızıyla arasını düzeltmek için ona onu sevdiğini söylüyor. Regan, babasının onu kardeşinin ölümünden suçlu tuttuğunu ve bu yüzden onu sevmediğini düşünüyordu. Hatırlarsanız filmin başında küçük çocuğun ölümüne sebep olan oyuncağı Regan ona vermişti. Babası öldükten sonra eve gelen Regan, babasının çalışma masasını görünce o son sözlerin doğruluğuna inanıyor. Masadaki prototip işitme cihazlarını, anatomi kitaplarını görünce babasının onu gerçekten sevdiğini ve onun için çalıştığını anlıyor.

Lee’nin Regan için yaptığı işitme cihazlarının canavarlar için bir silah gibi olduğunu görüyoruz. Regan ilk canavarı bu şekilde atlattığında canavarı görmedi çünkü canavar arkasındaydı. İkinci seferde ise bunu anlamış olduğunu düşünüyordum ki sonraki sahnede hiç de öyle olmadığını gördük. Regan cihazı kapatırken ‘’Hayır hayır!’’ diye söylendim kendi kendime. İlk seferi görmemiş olsa da ikinciden anlamalıydı diye düşündüm. Neyse ki en son sahnede bunun farkına vardı ve bunu bir silah gibi kullandı. Ancak hâlâ bilgimiz çok az. Filmin sonunda Evelyn silahı ateşliyor ve işlerin daha da karışacağı ikinci filme geçiyoruz.

Eğer Lee’nin çalıştığı odadaki eşyalara biraz göz gezdirirseniz bu canavarla ilgili neredeyse hiçbir şey bilinmediğini görürsünüz. O kadar araştırma yapmasına rağmen hiçbir şey bulamamış, kimseyle iletişime geçememiş. Ancak bir şey bulamaması bile bir işe yarıyor. Lee ölmüş olsa bile tahtasına yazdığı “What is the weakness?” cümlesi ile ailesini tekrar kurtarıyor. Bu yazıyı gören Regan önceki anılarını anımsıyor ve işitme cihazını açıyor. Bu noktada bilinmezliklerin yavaş yavaş kırılmaya başladığını görüyoruz. Canavar hakkındaki bu bilinmezlik ortamı benim çok hoşuma gitti.

A Quiet Place Part II

Day One

A Quiet Place Part II bize ilk filmin devamını anlatsa da olayların başlangıcını görerek başlıyoruz. İlk film 89. günden başladığı için öncesine dair bir fikrimiz yoktu. 1. günde, Abbott ailesi Marcus’un beyzbol maçını izlemek için toplanmış. Her şey normal bir şekilde ilerliyor. Maçın ortasında gökyüzündeki bir patlama herkesin dikkatini çekiyor ve maçı iptal ederek evlere gitmek üzere dağılıyorlar. Lee ve Regan eve beraber giderken Evelyn ise Marcus ve Beau ile gidiyor. Burada aile ilk kez bu yaratıkları görüyor. Lee’nin arabayı çalıştıramaması üzerine bir kaçış seansı izliyoruz. Bu giriş, insanı gerçekten geren ve ekrana sabitleyen bir kısım olmuş. Bu sahnenin bir kısmında Regan gibi biz de sesleri duyamıyor ve Regan’ın olanlardan haberinin olmayışını daha iyi anlıyoruz. Tıpkı ilk filmin başındaki gibi. Giriş kısmında sıkça gördüğümüz Emmett ise filmin ilerleyen dakikalarında tekrar bizimle buluşuyor.

Su

 İlk filmde Lee, fazla ses olan yerlerde konuşulduğunda yaratıkların duyamayacağını söylemişti. Bu filmde bunu unutmamış ve gayet güzel bir şekilde kullanmışlar. Evelyn, Marcus’un yanına döndüğünde bir yaratık görüyor ve bu yaratıkla başa çıkmak için odayı suya boğuyor. İlk filmde bunu sadece konuşmak için kullandıklarını görmüştük. Bu filmde bunu aksiyon içinde kullanmaları gayet güzel olmuş.

Yüzmek

 Filmdeki en büyük olayı Regan ve Emmett’ın iskeledeki mücadelesinde öğreniyoruz. Emmett denize düşüyor ve yaratıklardan biri Emmett’ın sesini duyup suya atlıyor. Burada suya düşen yaratığın boğulduğunu gemiye tırmanmaya çalıştığını görüyoruz. Zaten adada bir şeyler olduğunu ilk duyduğumuzda aklıma ilk gelen şey yaratıkların yüzemiyor oluşuydu. O yüzden büyük bir sürpriz olmamış. Buradan sonraki sahnede de adadaki bir adam Emmett’a olayları açıklıyor. Yaratıkların yüzemediğini anladıklarında gemilerle adaya gitmeye başlamışlar. İlk gemi ayrıldıktan sonra insanlar sıra beklemek yerine kargaşa çıkardığı için çoğu adaya ulaşamamış. Bu kadar üzücü ve kaotik bir olayın birkaç replikle geçilmesini hiç istemezdim. Flashback ile o sahneyi yaşasak çok daha vurucu olabilirdi diye düşünüyorum.

Flashback ve Yaratıkların Gelişi

Aslında filmden en büyük beklentim bu yaratıkların nereden geldiğinin açıklanması ve flashbackler ile ilk filmde kaybettiğimiz Lee’yi tekrar görebilmekti. Yaratıkların nereden geldiği hakkında gökyüzündeki olay haricinde hiçbir şey bilmiyoruz. Uzaylı olduklarını söyleyebiliriz belki ancak altı daha doldurulmuş bir şeyi bu filmde görmek isterdim. Fakat bütün gizemi Day One filmine saklamışlar. Lee’yi ise sadece filmin başındaki 1. gün kısmında görebiliyoruz. Buradan sonra ismen sıkça geçse de kendisini görememek beni üzdü.

Başrol

 Filmdeki en büyük rollerin Evelyn ve Emmett arasında gidip geleceğini düşünüyordum. Ancak hiç de böyle olmamış. İki karakter de büyük roller alsa da ilk filme göre Marcus ve Regan’ı daha fazla görüyoruz. Özellikle de Regan’ı. Çıktığı bu yolculukta babası gibi davranarak insanları kurtarmaya çalışıyor ve çoğunlukla bunu izliyoruz. Millicent Simmond’u her ne kadar beğensem de Cillian Murphy’nin daha önde olduğu bir film isterdim. John Krasinski ise zaten ortalıkta gözükmüyor.

Neden?

Filmi izlerken sürekli kendime şunu sordum: “Neden?”. Çünkü filmde anlamsız çok fazla olay var. İlk filmde hikâye bir çivi ve talihsizlikler üzerinden yürüyordu. Bu filmde ise aptallıklar üzerinden yürüyor. Marcus’un biraz sabredemeyip kaldığı yerden çıkması, Regan’ın ailesini bırakıp adaya doğru yola çıkması, adada gördüğümüz adamın ailesinin yanına dönmek istemesi, Regan’ın işitme cihazını açmaması gibi. Bunlar filmi izlerken çok gözüme battı. Özellikle sonuncuya değinmek istiyorum.

Üstte de bahsettiğim gibi ilk filmi izledikten sonra Regan’ın işitme cihazını açmamasına çok takılmıştım. Bu filmde de bu aynen devam ediyor. Regan hem filmin başında ikinci yaratıktan kaçtıkları sahnede hem de son sahnede işitme cihazını açmıyor. İki sahnede de çok gözüme battı bu durum. Son sahnede yavaş yavaş iç odaya girmeye çalışmak yerine cihazı açıp koşsa çok rahat bir şekilde girebilirdi. Yavaş yavaş girmenin izleyicide yarattığı duygu çok farklı tabii ki ancak neden açmadığını düşünmekten sahneden zevk alamadım.

Son Sahne

 Filmin son kısmında yaratıkları öldürürken Marcus’u da Regan’ı da çok cesur bir şekilde görüyoruz. Bana bu sahne çok saçma geldi çünkü yaratığın ne olduğunu hala tam olarak bilmiyoruz. Elinizde ne kadar onu durduracak bir şey olsa da cihazın ne kadar çalışacağını, sinyalin kesilip kesilmeyeceğini veya yaratığın karşı koymaya çalışıp bir hamle yapıp yapmayacağını bilmiyoruz. Buna rağmen ikisi de aşırı cesur ve yavaş bir şekilde yaratıklara yürüyüp sakin sakin öldürüyorlar. Yine sahnenin güzel olması için yapılmış ancak izlerken çok saçma gelen bir kısım oldu.

 Bu filmle hikâyenin biteceğini ve her şeyi öğreneceğimizi düşünsek de böyle olmuyor, filmin sonuna baktığımızda asıl savaş şimdi başlıyor havası veriliyor.

Son Olarak

İlk filmi beğenmeme rağmen ikinci filmi maalesef beğenmedim. Bunun sebebini de beklentimin çok yüksek olmasına bağlıyorum. İlk filmi bazı eksikliklerine rağmen seven biri olarak bu filmin eksikliklerini tamamlayıp çok daha mükemmel bir seviyeye çıkacağını düşünmüştüm ancak pek öyle olmamış. İlk gün hariç hiçbir flashback görmememiz ve hiçbir cevap alamamamız en beğenmediğim kısımlar oldu. Her ne kadar ikinci filmden aradığımı bulamasam da asıl merak ettiğim soruları yanıtlayacak olan üçüncü filmi merakla bekliyorum!

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir