Atlas: Sınırların ve Arzuların Yükü

Mitleri bu kadar ilgi çekici kılan nedir?

Çünkü özüne bakacak olursak tekrar tekrar anlatılmış anlatılırken değiştirilmiş, eklenmiş, silinmiş, baştan yazılmış öykülerden ibaretler. Her öykü gibi çıkartmamız gereken dersler var, temelinde yatan bir nasihat var. Peki öğüt verilmesinden hiç hoşlanmamamıza rağmen mitolojik hikayeler neden bu kadar ilgimizi çekiyor?

Bence bunun tek sebebi var: merak.

Daha önce duyduğumuz hikayeleri farklı bir anlatıcı nasıl anlatmış acaba diye merak ediyoruz. Neler farklı, sonu değişmiş mi, mahkum özgür kalmış mı, suçlu pişman olmuş mu, hak edenler mutlu sonuna kavuşmuş mu?

Atlas’ın Yükü de milyonlarca varyasyondan biri, bir ‘yenidenanlatım’. Peki okumaya değer mi? Buna yazının sonunda siz karar verin.

tumblr: marthajefferson

Yük

Atlas’ın hikayesini çoğunuz biliyorsunuzdur. Atlas tanrılara karşı açtığı savaşı kaybedince Titan Atlas’a kibrine denk bir ceza verirlir: gökyüzünü omuzlarında taşımak.

Kitap başlığının çevirisi (Atlas’ın Yükü), kitabın evrenselliğini sınırlandırmış bence çünkü kitabın orijinal ismi Weight, yani yük. Ben orijinal başlığın kitabı daha iyi açıkladığını düşünüyorum, çünkü bu mitolojik hikayede yazar sadece Atlas’ın hikayesini anlatmıyor bize. Atlas’ın yanında Herakles’i anlatıyor, bazen Zeus ve Hera üzerinden kadın ve erkek ilişkilerini bazense ateşi getiren Prometheus’u. Yazar kitabı yer yer otobiyografiye dönüştürüyor; kendi çocukluğunu, avuçlarında tuttuğu ışıklı dünyasını anlatıyor. Kaderi, arzuları ve sınırları sorgulamanın yükünü; herkesin sırtında taşıması gereken kendi gökyüzü olduğunu anlatıyor.

tumblr: leomitchellart

Kitap Atlas’ın ağzından anlatılıyor. Cezaya çarptırılmadan önceki hayatından annesi ve babasından, çok sevdiği bahçesinden kısaca bahsediyor. Burada eklemekte fayda var, Winterson Atlas’ın öyküsünün tek bir versiyonundan ilerlememiş, birkaç destandan bir kolaj oluşturmuş.

Atlas’ın sahibi olduğu Atlantis, sular altına gömülünce Atlas tanrılara savaş açıyor ve diğer titanlarla beraber ağır bir yenilgiye uğruyor. Bu süreci şöyle anlatıyor Atlas:

‘’Barış içinde yaşayan Atlantis’e saldıran insanlıktı, Zeus da benim halkımı yok etmeleri için onlara yardım etti. Ben kaçtım, göklere karşı ayaklanmaya katıldım. Savaşta liderdim, en çok kayba uğrayan ama korkacak pek bir şeyi olmayan da bendim. Kaybedecek bir şeyi olmayan birini ne korkutabilir?’’

Ceza ve sonrası

‘’Bütün dünyanın, göklerin ve yeraltındaki derinliklerin yükü omuzlarıma binmişti, ne varsa hepsi benimdi, gel gör ki hiçbiri benim denetimimde değildi. Bana yüklenen akıl almaz sorumluluk buydu, varoluşumu çevreleyen sınır. Ya arzularım? Sonsuz uzay.’’

Ayrıca bu kitapta Atlas sadece gök kubbeyi değil; yeryüzünü ve gökyüzünü, uzayı ve galaksileri kısaca tüm evreni yükleniyor sırtına. Buna karşı bilmem gerekirdi, diyor atlas, ne de olsa adım çilekeş anlamına geliyor.

Orada yıllar boyu durmuş evreni sırtlarken bir dağa benzetiliyor Atlas ama büyüklüğünden ve kuvvetinden değil, sessizliğinden. Yer ve gök iç içeyken susup dinlemeye başlıyor, bedeninin bir parçası olan dünyanın işleyişinin seslerini dinliyor. Atlas nerede başlayıp dünya nerede bitiyor bilinmiyor.

‘‘Dünyanın başlangıcını duyabiliyorum. Yalnızca bu dünyayı değil, bütün olası dünyaları omuzladığım dank ediyor kafama. Dünyayı hem zamanda hem de uzamda taşıyorum. Onun bütün hatalarını ve zaferlerini sırtlamışım, gerçekleşmiş olayların yanı sıra olası yaşanacakları da.’’

Burada Atlas’a hakim olan duygu teslimiyet. Bir kere kaderinde yazıldıysa bu şekilde olmalıdır diyor, nedeninin nasılını sorgulamıyor. Sessizce sırtlanmış yükünü, sonsuzluğun geçmesini bekliyor.

Ta ki Herakles gelene kadar.

Düşünen kahraman

Herakles’in 11. görevi için Atlas’ın bir zamanlar sahibi olduğu dillere destan bahçesinin ortasında duran Hera’nın ağacından altın üç elmaya ihtiyacı vardı ama elmaları kendi kopartamazdı, Atlas’ın kopartıp kendisine getirmesi gerekiyordu. Peki karşılığı?

Herakles dünyanın en güçlü insanıydı, dünyayı Atlas’tan başka taşıyabilecek bir kişi varsa o da oydu.

Böylece Herakles’in, ağacın bekçiliğini yapan Ladon’u öldürmesi şartı ile anlaştılar. Herakles bahçeye gittiğinde beklediği gibi yılanı kolayca öldürdü, daha sonra Hera ile yüzleşti. Görünürde bir sorun yoktu asında, bir kahramanın sıradan bir günüydü, ne de olsa alın yazısı sorgulanmazdı değil mi? Ama içinde bir şeyler değişmişti.

‘’Dışarıdan hala Herakles’e benziyordu; sözünü esirgemez, her an tetikte, pervasız, gamsız. İçiyse paramparçaydı. Kuşku içini kemirdiği için değil, ne yapması gerektiğinden kuşkusu yoktu. Yine de aklının almadığı bir nokta vardı; ne yapacağını biliyordu, ama neden yapacağını artık bilmiyordu.’’

Düşünceler ile Atlas’ın dağına geri döndü, Atlas’a bunu sordu, Atlas geçiştirdi, ama onun da aklına bu fikri sokmuştu bir kere, sahi neden yapıyorlardı bunları?

Sonra bunun hakkında çok düşünmemeye çalıştılar; Herakles sırtlandı evreni, Atlas da anlaşmanın kendi kısmını yerine getirmek üzere yola koyuldu.

Atlas bu özgürlüğü sadece birazcık daha yaşamak istiyordu. Elmaları koparıp Herakles’in yanına döndüğünde bunu teklif etti ama Herakles bu muazzam ağırlığın altında bir dakika daha durmak istemiyordu, Atlas’ı kandırıp ödünç aldığı ızdırabı sahibine iade etti.

Yolları ayrıldıktan sonra Herakles kahramanlara ait yazgıyı yaşamayı sürdürdü ve olduğu kalın kafalı kahraman gibi öldü ama kulağında zaman zaman düşüncelerin eşekarısı vızıldıyordu. Neden?

Sonun Başlangıcı

‘’Atlas ise sonsuzluğun sonuna kadar dünyayı taşımaya devam etti.’’ diye biter normal mitler, bizimkisi ise devam ediyor.

Atlas uyuyor, uyanıyor ama daha çok düşünüyordu. En çok da sınırlar ve arzular hakkında düşünüyordu.  Cezası dünya veya evren değildi artık, kendisini ve kibrini taşımaktı omuzlarında.

‘’Kendi hayatının sınırlarını neden kabul etmemişti? Kabul ettiyse onardan bu kadar nefret etmesinin sebebi neydi peki?’’

Atlas düşünürken yıllar, yüzyıllar geçti. Olimpos unutuldu, modern dünya kuruldu. Atlas her şeyden habersiz, yükünü taşımaya devam ediyordu. Zaman anlamsız gelmeye başlamıştı. Bir kara delikteydi, yapayalnızdı.

Sonra birden uzaya gönderilen ilk canlı olan köpek Laika buldu Atlas’ı, Atlas onu ölümden kurtardı. Ve yalnızlıklarından kendilerine bir arkadaşlık yarattılar.

Atlas yeryüzü denen yapboza baktı, parçalar sürekli yeniden kesiliyordu fakat resim aynıydı. Derken tuhaf bir şey geldi Atlas’ın aklına.

Neden yere indirmeyeyim şunu?’’

Sonra ne mi oldu? Hiçbir şey. Hiçbir şey olmadı. Atlas yükünü öylece bıraktı, artık yük falan yoktu. Belki de başından beri yoktu, belki de hep vardı. Belki de Atlas dünyayı bıraksa da vardı.

Ne de olsa herkes kendi dünyasını sırtında taşır, ama bunun bir yük olup olmadığının kararını yine biz veririz.

Düşüncelerim

Beni etkileyen bir kitap oldu Atlas’ın Yükü (Yük).

Metaforlarından ve her şeyi olduğu gibi anlatmasından çok etkilendim. Herakles’in misojonistik yönünü ve kendini beğenmişliğini olduğu gibi anlatmışı mesela yazar. Ama kitabın özellikle son üç bölümü kitabın başları kadar etkileyici değildi bana göre, özellikle Laika’nın gelişini ve Atlas’ın uzay zamanın hem dışında hem içinde olmasını ve diğer gezegenler hakkındaki kısımları pek bağdaştıramadım. Zamanın geçmesi ile günümüze bir şekilde bağlamaya çalışılması hoşuma gitti ama daha farklı yapılabilirdi belki de. Jeanette Winterson’un okuduğum ilk kitabı ama kesinlikle başka eserlerini de okuyacağım, özellikle yazdığı toplumsal cinsiyet konulu kitaplarını çok merak ediyorum. Yazar hakkında daha detaylı bilgiye buradan ulaşabilirsiniz. Ayrıca Atlas’ın efsanesine adanmış çok hoşuma giden bir şarkı var onu da aşağıya bırakıyorum. Buraya kadar okuduğunuz için teşekkür ederim.

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir